Elif GÖRGÜ
Evrensel Gazetesi
“TERSİNİN dayatıldığı bir ülkede kadın olmayı bir güzellik ve onur gibi yaşabilmek ve paylaşabilmek. Misler gibi bir de Ermeni kimliği var. Evlere şenlik. Onu da sırtlanabilmek. Türkiyeli Ermeni olmak ne güzel mis gibi bir şey! 2 taraflı bıçak sırtı. Fazla Ermeni olduğunda vatana ihanet edebilirsin ya da memleketini fazla sevdiğinde Ermeni kimliğinden illa ki uzaklaşabilirsin… Bütün bu dozları ayarlayıp her iki kimliğinde de aynaya temiz temiz bakabilmek. Alt tarafı sabah sabah uyandığında, aynaya baktığında kendinden utanmamak..”
Türkiyeli Ermeni kadınların yüklerini böyle anlatıyor Yazar Karin Karakaşlı. Türkiye’de hem Ermeni hem de kadın olmayı “çifte kavrulmuş” sözüyle tarif ediyor. Hem lezzetli ama hem de yanık biraz… Yüzyılın ağır katliamlarından birinin şekillendirdiği tarihinin, kendi memleketinde inkar edilmesinin acı ve korku yükünü taşımak… Hem üstüne bir de kadın olmak…
Memlekette Ermeni olmak zorken, Ermeni ve kadın olmanın nasıl bir şey olduğunu biraz da olsa konuşmak için “Ötekinin Ötekisi: Türkiyeli Ermeni Kadınlar” başlıklı bir panel yapıldı. Nor Zartonk’un düzenlediği panelde konuşan Karakaşlı, Türkiye’de önemli işler başarmış Ermeni kadınların toplum içinde bilinmediğinden bahsetti. Hatta ilk 8 Mart’ın 2000 yılında kutlandığından da.
Gecikmenin nedenlerini de açıkladı: “Şimdi bir düşünelim. Konuşabilmeye şunun şurasında ne kadar zaman başladık? 1990’larda başladık. Ondan önce her kuşak belli bir takım yaşanmışlıklar yüklenmiş. Her kuşağın içinde ‘görünmeme, susma, göze batmadan yaşama’ hali vardı”.
Karakaşlı, o dönemden çıkılmasında Kürt hareketinin yükselmesinin etkisi olduğunu belirtiyor. Mıgırdiç Margosyan’ın romanlarıyla, Anadolu’da birlikte yaşayabilen halklar söyleminin ‘masal’ olmadığının ortaya çıktığını ekliyor: “Sonra Agos çıktı. Ermeniler, ‘bu kadar paylaşmamazlık olmuyor derdimiz şu ve zenginliğimiz de şu’ dediler ve karşılık gördüler. Klişeler kırıldı”
Kadın Başına…
Ancak bütün bunlar olurken Ermeni toplumunda kadın olmanın yine de kolay olmadığını da söylüyor Karakaşlı. Çünkü Ermeni bireyi olmak zorken, kadının birey olması daha zor hatta engellenmesi gereken bir şey. Zaten korkacak bir şey varsa o korku ikiye katlanır: Kadın başına mı yapacaksın, olur”
Tam burada “Kadın başına bir şeyler yapmaya çalışan” bir başka kadın Kayuş Gavrilof söz alıyor. 2000’lerde Haygin isimli bir Ermeni kadın örgütlenmesinin içindeydi Gavrilof. Ermeni, kadın ve örgütlü olmak daha zordu anlaşılan “6-7 kişi başladık. 3-4 kişi bitirdik” diyor çünkü.
Kayuş Gavrilof, Ermeni ev kadınlarının yaşadıklarını anlattı biraz. Panele gelmesine kimse laf etmesin diye fazladan ev işi yapmıştı mesela: “Konu Ermeni kimliği üzerine olunca bülbül gibi şakıyorum Ermeni olmaktan dolayı yaşadığım bir çok şey var. Ama ‘kadınlık’ denince ilk söyleyecek bir şey bulamıyorum. Çünkü bir savunma mekanizması olarak fazla düşünmüyorum. Düşünmedikçe de daha mutlu oluyorum bir mutluluk oyunu oynuyorum. Düşününce bir yara açılacak o yarayı kendi kendime tedavi edemediğimde o yara açık kalacak. O yüzden hiç düşünmemek daha iyi diyorum . Ama tabii ki böyle değil. Tek başıma altından kalkamayacağımız şeyleri aslında örgütlenmekle halledebileceğimizi düşünüyorum. Günlük hayatta ise mesela ben en çok şununla karşı karşıya kalıyorum: Annem ya da halam, dışarı çıkmam gerektiğinde ‘Ütün duruyor sen gidiyor musun’ diyorlar mesela. Ben yine gidiyorum ama içinde o ütünün yapılması gerektiği sıkıntısı da kalıyor. Dernek faaliyetine gideceksem çocuklarımı ihmal ettiğim bana sürekli hatırlatılıyor. Haygin’in kuruluşundan sonra benim bütün bu işleri yapmam eşimin ne kadar iyi insan, ne kadar iyi koca olduğunun kanıtı oldu. Almanya’ya gideceğim, bir hafta evde olmayacağım. ‘Bu çocuk nasıl yapacak evde iki tane de çocuk var yemeğini yapacak çok iyi bir çocuk valla senin kocan gibisi yok’ deniyor. Eşimde de ‘Ben çok iyi bir erkeğim çünkü ben karıma izin veriyorum’ duygusu başladı. Benim mücadele etmek istediğim iş bu”.
Bu haberde kaç kere ‘Ermeni’ sözü geçti saymadım. Ama ‘Kürt’ kadınlarını anlatsaydık, aynı sayıda Kürt sözü geçerdi mutlaka. Çünkü kimlikler, altı çizilmesi gereken olgular haline geldi memleketimizde.
Ancak farklar, inkar edilmek için de olsa vurgulandıkça, halkların da sorunları birbirine benziyor. Sorun ortaklaştıkça çözüm de, bir araya gelmeyi gerektiriyor galiba.