Yıldırım TÜRKER
Radikal Gazetesi
Müslüman demokratların da, en koyu ulusalcıların da, şıpınişi anlaşıverdikleri konu, Ermeni düşmanlığıdır.
Başbakanın Türkiye’de hayatını kazanan Ermenistan vatandaşlarına kapıyı göstereceğini söylemesi kimseyi şaşırtmadı. Devlet geleneğimizde Ermenileri ve diğer azınlıkları rehine görme, onları sürekli tehdit gölgesinde yaşatma ısrarı vardır. Yakın zamanda altını çizmiştik; seçimler yaklaşırken bütün partiler İttihatçı kesilir, diye. Şimdi de Başbakanın dünya âleme karşı savurduğu tehdidin telif hakları üstüne küçük bir kapışma yaşandı.
Canan Arıtman, başbakanın bu fikrinin kendisi ve Onur Öymen’e ait olduğunu hatırlattı. Tarihe kayıt düşmek istiyor, bu torunlarının göğsünü kabartacak hamle konusunda. Zamanında Canan Arıtman, Abdullah Gül’ün annesinin Ermeni kökenli olduğu imasıyla yetinmeyip, Ermenileri ebedi düşmanımız olarak her melanetin altında aranması gereken unsur ilan etmemiş miydi?
Ama tekrarlamakta yarar var; Ermeni meselesi üstüne de her siyasetçi Canan Arıtman zaten.
Dolayısıyla hanfendinin canını yakmak pahasına hatırlatmayı borç bilirim; bu parlak uygulama fikrinden telif alamazlar. Çünkü kendilerinden çok önce benzer tıynetten bir büyük siyasetçimiz, bu yolu keşfetmişti bile. Ötesine bile geçerek.
Geçmiş kabusumuz Tansu Çiller yine bu konudaki uluslararası bir kriz sırasında Ermenistan vatandaşlarını sınırdışı etme önerisinde bulunmuş, bununla yetinmeyip TC vatandaşı Ermenilere de bir mektup hazırlamıştı: “Gerçekçi bir yaklaşımla bir araya gelip, bu durumu ortadan kaldırmak ve dostluğumuzu korumak için ABD Temsilciler Meclisi yetkilileri nezdinde girişimde bulunmanızı yararlı görüyorum” diyor, onlardan yetkililere kendi hazırladığı metni imzalayıp yollamalarını istiyordu. Çiller’in bu girişiminin belirli masum kesimlerce pek dahiyane bulunmuş olabileceğini düşünüyorum doğrusu.
Bu girişimin altındaki mantık, Ermeni vatandaşlara ‘E bu memlekette yaşıyorsan böyle bir durumda belirli taleplerimizi karşılamak zorundasın. Yok öyle sessiz sedasız yatmak’ demekten başka bir şey değildi. Bunun açık seçik baskı olduğunu, ‘dostluğumuzu korumak’ ibaresiyle onlara gözdağı vermeyi amaçladığını görmemek, kendine ırkçılığı yakıştırmayan masum halkıma dahi yakışmaz diyebilmek de istemiştim öte yandan.
Milli Eğitim’in marifeti
Çiller’in ahlâki irtifasına düşebilmek mümkün görünmüyordu, öyle mi? Alın size sıra sıra nefret suçuyla kararmış ruhlar. Demokrasi mücahidi AKP’nin Ermeniler konusunda daha önce de tüyler ürperten uygulama teşebbüsleri olmuştur. Üşenmeyip hatırlayalım. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in, AKP tarzı ‘pragma’ marka hayal gücüyle yoğurup geliştirdiği bir yöntem, gerçekten de bu konuda bir çığır açacak nitelikteydi.
Milli Eğitim Bakanlığı, Ermeni okullarının da aralarında bulunduğu ilk ve orta dereceli okullara bir genelge göndererek, “Ermeni soykırımının asılsız olduğu” temalı konferansların verilip kompozisyon yarışmaları yapılmasını istemişti. Genelgede, konferanslarda, konuyla ilgili seminerlere katılmış öğretmenler ile çevrede bulunan yüksek öğretim kurumlarında görevli ‘uzman’ akademisyenlerden yararlanılması isteniyor: “Konferanslarda mümkünse canlı şahitlerin anılarını anlatmaları sağlanacaktır. Asılsız soykırım iddiaları konusunda TRT, YÖK Başkanlığı, Kültür Bakanlığı ile bazı Üniversiteler bünyesinde hazırlanan CD’lerin temin edilmesi durumunda, bu CD’lerden de yararlanılacaktır.”
Yararlanılacak kitap listesi de şöyleydi: Yusuf Ziya Bildirici’nin Adana’da Ermenilerin Yaptığı Katliamlar ve Fransız Ermeni İlişkileri ile Erdal İlter’in Ermeni Kilisesi ve Terör‘ü. Değerli araştırmacı yazarlar ne kadar gurur duysa az, zamanında kendilerine pek gıpta etmiştik.
Milli Eğitim ya, öğretmenlere kamuoyu oluşturma konusunda kullanılması gereken ve tabii ki kaçınılması gereken ifadeler de basılı olarak dağıtılmıştı. Sözgelimi, öğrenciler kompozisyonlarını kaleme alırken, “Birinci Dünya Savaşı ortamı içinde Türklerin bazı Ermenileri öldürmüş olabileceği” şeklinde ifadelerden, aman ha, kaçınacaktı. Sonra, “Birinci Dünya Savaşı sırasında Ermeniler Anadolu’da birçok Türk’ü öldürdüğü için Türkler de Ermenileri öldürmüştür” demek de yasaktı.
Kısacası Ermeniler öldürülmemiş, yollarda kendiliğinden telef olmuş ya da devletimizin resmi görüş üslubuna daha da yakışır bir açıklamayla aslında Anadolu’da zaten Ermeni yokmuş, şimdiki bir avuç Ermeni de Ermenistan’daki zulümden kaçıp bu toprakların şefkatine sığınmış. Yani bildiğimiz hikâye.
Kullanılacak cümleler de, şunlardı: “Ermenistan, yayılmacı ve işgalci bir devlettir. Bölgedeki huzura tehdit oluşturmaktadır… Ermenistan, anayasasının giriş bölümünü iptal etmeli ve Türk halkından ve devletinden özür dilemelidir.” “Ermenilerin soykırıma uğradıklarını iddia ettikleri dönemde gerçekte soykırıma uğrayan, Türklerdir.” Velhasıl, resmi ideolojinin alacaklıyı borçlu çıkarma temrinleri, AKP hükümeti tarafından bu kez çocuklara yamanıyordu.
Canım Hrant Dink biraz bezgin bir öfkeyle yazmıştı: “Bir kere şunu belirtelim ki, biz sadece böyle bir genelgenin Ermeni okullarına gönderilmesine tepki göstermiyoruz. Türkiye’deki bütün okullara gönderilmesinden rahatsızlık duyuyoruz. Okullar bilginin dikte edildiği yerler değildir. Tam tersine bilginin sorgulandığı yerlerdir. Okullara gönderilen genelge, Ermenilerin soykırımına politik bir karşı tavırdır ve bu tavrın alanı Türkiye’deki okullar olmamalı. Bu çıkışın hedefi genç beyinler olamaz. Ermeni çocuklarına ‘asılsız soykırım iddiaları’ dedirtmek psikolojik bir işkencedir. Öte yandan sayın Milli Eğitim Bakanı yaptığı açıklamada, bu genelgenin okullara gönderilmesini Dışişleri Bakanlığı’nın istediğini söyledi. Bakan, ‘Dışişleri Bakanlığı bize Ermeni okullarına göndermeyin demedi’ diyor. Bu gülünç bir açıklama. Durum böyleyse Milli Eğitim Bakanlığı’na ne ihtiyaç var?…. Çözümsüzlüğün devam etmesi için girişilen bu çabalarla, hem çocuklarımızın hem bizim ruh sağlığımızı etkiliyorlar. Çocuklarla uğraşmayı bırakıp tarihi tartışarak ve araştırarak açıklamaya çalışsınlar.”
Velhasıl, bu Müslüman demokratların da, en koyu ulusalcıların da, şıpınişi anlaşıverdikleri konu, Ermeni düşmanlığıdır.
Hepsinin marifeti, örtbas etmeye bile tenezzül etmedikleri ırkçılığın sarı dişleriyle burada yaşayan, zaten bir avuç kalmış halkı ve yoksul akrabalarını rehin tuttuğunu haykırmaktır. Dünyaya.
Gerçekten de, elhamdülillah ne mutluymuş Türküm diyene!