Aris NALCI
Agos Gazetesi
Ermenistan Cumhurbaşkanı Serj Sarkisyan geçtiğimiz hafta iki ülke arasında imzalanan protokolleri Ermenistan Parlamentosu’na gönderdi. Meclis koridorlarından sızan dedikodular protokollerin Mart ayının gündemine alınmayacağını gösteriyor.
Komisyon’un değerlendirmesinden sonra parlamentoya sunulacak olan protokoller iki ülkede de gündemdeki yerini koruyor.
Ermenistan’ın ilk cumhurbaşkanı Levon Ter-Petrosyan’ın danışmanı Michigan Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Jirair Libaridian ile son durumu konuştuk.
• Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerdeki en son gelişmeler, özellikle protokoller hakkında ne düşünüyorsunuz?
Protokoller çeşitli bakış açılarına sahip pek çok kişi tarafından eleştirildi; bu eleştirilerin kimisi geçerli, kimisi değil.
Hiç şüphesiz, bu protokoller iki toplum ve iki ülkenin acı dolu tarihinde bir dönüm noktası. Tahmin edildiği üzere belgeler hakkında çok fazla şey yazıldı; bunların bazıları oldukça milliyetçiydi ve sınırlı bir kapsamı vardı. Soruya konu hakkındaki tartışmalara katkıda bulunacağını düşündüğüm iki noktaya işaret ederek cevap vereceğim.
İlk olarak, protokollerin imzalanması uzun bir sürecin sonunu işaret etse de aynı zamanda iki ülke arasındaki ilişkilerde başka bir safhanın başlangıcını oluşturuyor ki bu safha ilki kadar zor ve karışık olacak gibi görünüyor. Öncelikle, bir parça kâğıt üzerindeki yazılı kelimeler halinde olan bir antlaşmayı yürürlüğe koymaya çalıştığınızda, kelimeleri, kavramları ve hedefleri hayata geçirmeniz, cümle ve paragraflara hayat vermeniz; bazı gerçekleri değiştirmek ve yenilerini yaratmak için amaç ve niyete yatırım yapmanız gerekir.
• Peki, imzalanan protokol metinlerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Antlaşmalar, özelikle de bu büyüklükteki ve bu önemdeki antlaşmalar, uzun bir gelişim dönemi ister. Bu yüzden de uygulamanın zor olacağına ve takibinin en az görüşme sürecinin kendisi kadar dikkat ve enerji gerektirdiğine dair bir şüphe yoktu.
Değinmek istediğim ikinci nokta ise şu ki, bu zorluk her iki ülke tarafından da bir dereceye kadar oportünist olarak adlandırabileceğimiz bir durumla birleşmiş durumda. Kabul etmeliyiz ki bu protokollerin öngördüğü gibi Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkilerin normalleşmesi ve sınırın açılması, herkes için tarihsel önemi ve duygusal boyutunun çok ötesinde önemli bir durum teşkil ediyor.
Bu protokolleri tamamen hayata geçirmek bölgenin stratejik haritasını değiştirecek ve bu bölge çok sayıda önemli ülke ve dünyanın ilgisi açısından önemli bir hale gelecektir. Ermenistan da Türkiye de daha Sovyetler Birliği yıkıldığından beri bunun farkındaydılar ve bu değişikliği yapmaya çabalıyorlardı. Bunu başarmak için iki ülke tarafından kullanılan yöntemin etkinliği ya da iki taraf liderlerinin soruna ne dereceye kadar siyasi sermaye yatırımı yaptıkları hakkında bir yorum yapmıyorum.
Benim söylemek istediğim, Ermenistan ve Türkiye bölgedeki stratejik statükoyu değiştirme amacına ulaşmayı istemeyen bir tavır göstermedi. Problem ise şu ki statükoyu değiştirmek için karşılıklı olarak duyulan bu ihtiyaca şiddetle odaklanmak yerine, Türkiye’de birbiri ardına gelen hükümetler, değişim olanağının Ermenistan’a bir iyilik olduğunu vurgulayarak, ana konudan ikincil faydalar çıkarmak istedi. Diğer bir deyişle, Türkiye, iki ülke arasındaki ilişkileri normalleştiren ve sınırları açan bir protokol imzalama fırsatını Ermenistan’ın Dağlık Karabağ konusunda ödün vermesi için baskı yapmak ve 1915 Soykırımı’nın tanınması için yürütülen uluslararası kampanyaları bastırmak için kullanmaya çalıştı. Üçüncü bir sorun olarak gündeme getirilen sınırların tanınması konusuna ise bağımsızlıktan bu yana Yerevan’daki hiçbir yönetim karşı çıkmamıştı zaten.
• Bu durumda oportünizm ne zaman devreye giriyor?
Oportünizm, şunları düşündüğümüz zaman işin içine giriyor: İki ülke, bu tip bir protokole ya da protokollere imza atmak için ön şart koymaktan sakınmak yerine, henüz tamamen bilmediğimiz ama tahmin edebildiğimiz bazı nedenlerden dolayı, Karabağ ve Soykırımın tanınması konularını ayırarak ilerlemeye ve protokolleri imzalamaya karar verdiler.
Yani, Ermenistan ‘hakikati’ bulmak için geçmişteki olayları inceleyecek ve böylece doğru diye bildiğimizin aslında doğu olmayabileceği ihtimaline yol açan bir alt komisyon fikrini kabul ederken, Türkiye de yazılı belgelerde Karabağ’a ilişkin doğrudan bir referans kullanmayı bırakmayı kabul etti. Futboldan esinlenerek bir puanlama sistemi uygulayacak olursak, skor tabelasında Türkiye 1,5 puan kazanırken, Ermenistan 1 puan aldı.
Türkiye mevcut sınırların tanınmasını güvenceye alarak bazılarının, Ermenistan’ın Türkiye’den toprak talebi için mücadele edeceği konusundaki umutlarını sona erdirmiş oldu. Türkiye, yarım puanını ise, Ermenistan tarihteki gerçekleri bulmak için bir tarih komisyonu kurulmasını kabul ettiğinde elde etti. Bunun sadece yarım puan olduğunu düşünmemin sebebi Türkiye’nin, ortak bir komisyonun 1915 olaylarının, soykırım olduğunu saptaması için olanak tanıması. Türk hükümetleri daima bir inkâr politikasını devam ettirdiler ve bir tarih alt komisyonu kurulmasını öngören ikinci protokoldeki garip formül, resmi Türk görüşünden yana olsa bile, teorik olarak diğer yoruma da olanak sağlayacaktır.
Ermenistan’ın başarısı ise belgelerde Dağlık Karabağ’la ilgili olabilecek herhangi bir atfı ortadan kaldırarak ‘ikili ilişkiler ve Karabağ çatışması’ arasındaki bağlantıyı sona erdirmesi. Bu iki mesele arasındaki bağlantının ortadan kalkması da Ermenistan’daki yönetimlerin bir hedefiydi.
İşte bahsettiğim oportünizm tam da bu noktada devreye giriyor. İki ülke bu anlaşmaları görüşürken stratejik yaklaşımlarının dışında kalan, sınırların açılması ve ilişkilerin normalleşmesi gibi konuları da ele aldılar. Ancak bu uzlaşma pek samimi değildi.
• Bu noktayı biraz açabilir misiniz?
Ermenistan’daki hükümet ve arabulucular bilmeliler ki belgelerde Karabağ’a ilişkin herhangi bir atfın bulunmaması Ankara’nın politikasında herhangi bir değişiklik olduğunu göstermez. Ankara zaten bunu pek çok yolla da belli etti. Hatta, kimse Ankara’dan resmi bir görevlinin bunu telaffuz edeceğini düşünmese de, protokollerde üstünde çokça durulan ‘diğer ülkelerin iki ülkenin işlerine karışmamalarıyla’ ilgili çoğu prensipte Karabağ’ın izine rastlanabilir.
Çoğu Türk diplomat ve hükümet görevlisi Türkiye-Ermenistan ilişkilerindeki gelişmelerin 1993 yılından bu yana Karabağ sorunu ile ilişkilendirilmesinden pişmanlık duysa da mevcut reel politikada bundan kurtulmak güç.
Türkiye, protokollerde 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşananların soykırım olarak nitelendirilmesini sorgulayan bir dilin, Ermeni tarafında protokoller kamuya açıklanır açıklanmaz patlayacak saatli bir bomba olacağını biliyordu, ya da bilmesi gerekiyordu.
Bu yüzden de iki ülke, büyük sorunun dışında kalan ikincil konuları kenara bırakmak yerine, ikincil sorunları çözmek için protokolleri kullandılar.
• Bu tür siyasi pazarlıklar uluslararası antlaşmalarda alışıldık bir durum mudur? Bu tür bir diplomatik süreç ve uzlaşma, uluslararası antlaşmalar tarihinde alışılmadık bir durum değil. Ülkeler pazarlık eder ve anlaşırlar; sadece uzun vadeli ve stratejik çıkarlarını değil (böyle konuları önemseyen liderlere sahip olacak kadar şanslılarsa) aynı zamanda içişlerindeki hususları da göz önüne almalıdırlar.
Konu şu ki, Türkiye’deki hükümet, bölgesel ve uluslararası sorunlar hususunda büyük bir baskı altında olduğu kadar, ülke içinde de karışık bir mücadele veriyor. Ermenistan hükümeti ise verdiği ödünleri, halkına etkin bir şekilde anlatacak, kararlarını savunacak siyasi bir iradeden yoksun, meşruluğundan bahsetmiyorum. O yüzden iki taraf da halkları için duygusal önemi olan konularda bazı ödünler vererek protokolleri imzaladı. Ayrıca iki taraf da iç işlerinde kırılgan bir durumdaydı, belki de daha büyük çıkarları destekleyecek bir mücadeleyi devam ettirebilmek için fazla kırılgandılar.
Elinde az sayıda sorun olan güçlü hükümetler için siyasi ve stratejik çıkarlar sağlayacak antlaşmaları hayata geçirmek kolaydır. Bu modele uymayan hükümetler için ise sürekli enerjinizi tüketen çatışmalarla devam etmek oldukça zordur, tıpkı hükümetin zamanının çoğunu ileriye doğru gitmeyi reddeden muhalefetin enerjisini bitirmek için yollar ararken harcadığı Ermenistan’da ve hükümetin iki kere seçildiği halde hâlâ bazı kesimlerce ‘karşı taraf’ olarak görüldüğü Türkiye’de olduğu gibi.
İşte Türkiye ve Ermenistan arasındaki ilişkiler konusunda bulunduğumuz noktanın ana çerçevesi bu. Sahip oldukları tüm sermayeyi protokolleri imzalamak için ortaya koydular ve özellikle Ermenistan’da, imzalanan bu kelimeleri hayata geçirmek için elde pek fazla bir şey kalmadı.
• Dağlık Karabağ sorunu konusunda nerede durduğumuzu düşünüyorsunuz, yakında çözüm görebiliyor musunuz? Prensipte bir antlaşmaya yakın olmamız gerekiyor. Ben hâlâ geçen sonbaharda bir antlaşma taslağı hazırlandığına inanıyorum. Türkiye’nin, bu sebepten dolayı, soruna doğrudan değinmeden protokolleri imzaladığına inanmak için nedenlerim var.
Ancak, böyle bir antlaşmaya destek vermek, protokoller ve ele alınma biçimine ters etki yapabilirdi: Çözüme, daha önce olduğundan daha uzak bir noktada gibi görünüyoruz. Ancak çözüm yok değil.
Ermenistan hükümetinin, Karabağ konusunda ciddi ödünler veren protokolleri imzalaması ve Türkiye’deki hükümetin Karabağ sorununun çözümünde ciddi ilerlemeler kaydetmeden ilişkilerin normalleşmesi yolunda attığı adımların sonunu getirmesi eskisinden daha da zor olacağı için, çözümden daha uzağız.
İki hükümeti protokollerdeki anlaşmayı kabullenmeye zorlayan güçler, taraflar üzerinde daha da büyük bir baskı kurmadıkça Karabağ konusunda bir anlaşma bugün çok mümkün görünmüyor.
• Sizde Türkiye hükümeti tarafından bu konuda uygulanan baskı işe yarar mı? Türkiye hükümetinin 18 yıldır uyguladığı baskı işe yaramadı ve şimdi de yarayacak gibi görünmüyor. Aslında, Türkiye’deki hükümet ve karar vericilerin Ermenistan üzerinde baskı uygulayarak başka türlü alamayacakları ödünleri almayı düşünmeleri bir hata. Türkiye’nin, Ermenistan’ın buna ikna olmasını sağlayacak bu tür bir ahlaki ağırlığı ve gücü yok.
Türkiye, Ermenistan ve geçmişteki Ermeniler konusunda pozitif adımlar attığında iyi niyet oluşturma konusunda zor zamanlar yaşadı. Ermenistan’la ilişkileri geleneksel açıdan düşünmek sadece geleneksel cevapları pekiştirecektir.
• Ermenistan Cumhurbaşkanı’nın son yorumları ve Ermenistan Anayasa Mahkemesi’nin kararı hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Ermenistan Cumhurbaşkanının yorumları üzerine yorum yapmayacağım. Bunların hepsi tahmin edilebilir açıklamalar.
Protokollerin anayasaya uygunluğu konusunda Anayasa Mahkemesi’nin kararına gelince: Burada ilginç olan, uzun uzadıya incelemeler sonucunda sadece anayasaya değil, onun, Eylül 1991 tarihli “Bağımsızlık Bildirgesi”ne göndermede bulunan giriş bölümüne de atıfta bulunmasıydı –ki bu metin de Ağustos 1990 tarihli “Bağımsızlık Üstüne Bildirge’nin, Ermeni Soykırımı’nın uluslararası alanda tanınmasını destekleyen 11. maddesine atıfta bulunuyordu.
Kesin olan şu ki, sonucu ne olursa olsun, mahkeme protokollerin Ermenistan Anayasası’na uygun olduğuna karar verdi; asıl ilginç olan ise Türk hükümetinin, Anayasa Mahkemesi’nin bu pozitif kararının detayları üzerine bu kadar çok tepki göstermesidir. İki tarafın mevcut pozisyonları yukarıda tarif ettiklerimi doğrular niteliktedir. İki taraf da oldukça savunmasız durumdalar ve sigorta poliçesi satın almaya çalışıyorlar. Finans kurumlarının geçtiğimize sene yaşadıkları fiyaskodan bildiğimiz gibi, bazı şirketler yaptıkları yatırımların karşılığını alamama endişesiyle bu tür poliçeler satın almayı düşünürlerken, bu yanlış yatırımların yapılan sigorta ödemeleri sayesinde maddi açıdan daha kârlı olacağını iddia ederler. Ancak fark şu ki, finans piyasasında kaybedilen şey genellikle paradır, ancak söz konusu olan ülkelerse kaybedilen tarihi fırsatlardır; her kayıp, her hata başarılı olmayı daha zor hale getirmektedir.
Bu analizin geçerli olabilmesi için, tarafların onu bu şekilde planladıklarını kanıtlamak gerekmiyor. Tarafların ikincil ihtiyaçlarını tatmin etmek, talepleri incelediklerini ve ufak tefek meseleleri de oluruna bıraktıkları ihtimalini farz etmek gerekiyor. Türkiye Ermenistan’ı soykırımı sorguluyormuş gibi gösterirken, Ermenistan da sanki Türkiye artık Karabağ’ı düşünmüyormuş gibi gösteriyor. İşte bu oportünizmin zirve noktası.
Büyük ülkelerin böyle bir lükse gücü yetebilir. Küçük ülkelerin ise, orta ölçekliler bile değil, bu tür oyunlara gücü yetebilir.