Kızıl Afiş’in Ardındaki Şair: Manuşyan

[ A+ ] /[ A- ]

Ragıp ZARAKOLU
Koxuz.Org

Ölüm Her yerde aynı
İnsan bir kere ölür
Fakat ne mutlu can verene
Halkların kurtuluşu için

(Melinee Manouchian, Bir Özgürlük tutsağı MANUŞYAN, Çev. Sosi Dolanoğlu, Aras Yayıncılık, 2009.)

‘Kızıl Afiş’, Nazi işgaline karşı yürütülen direniş hareketinin en büyük efsanelerinden biridir. Tıpkı ‘Kızıl Orkestra’ gibi. Fransa’da uzun yıllar boyunca sadece sosyalist Ermeniler Manuşyan’ın anısına anma toplantısı düzenlerlerken bugün her siyasal eğilimden olanlar onu birlikte anıyorlar. Ne güzel…

(Kızıl Orkestra’yı Trepper kurmuş ve bu gizli örgüt Nazi partisine bile sızmayı başarmıştı. Trepper, Nazilerin Sovyetlere saldıracağı haberini bile sızdırmayı başarmış, ama bu habere inanılmamış, Sovyet ordusu hazırlıksız olarak yakalanmış ve korkunç kayıp vermişti. Trepper’e ise, SSCB’ye döndüğünde tutuklayarak teşekkür edilecekti. Herhalde korkunç aymazlığın tanığı olduğu için. Trepper’in daha sonra başı, Gomulka döneminde yükselen anti-semitizm ile başı belaya girecekti.)

İşgal altındaki Fransa’da Naziler ve işbirlikçi Fransızlar, işgale karşı direnenleri ‘terörist’ olarak niteliyorlardı. Bir de bir afiş asmışlardı duvarlara. Faşist işgale karşı özgür Fransa uğruna canlarını verenlerin etnik kökenleri yer alıyordu bu afişte: ERMENİ… YAHUDİ… POLONYALI… İSPANYOL! İkinci sınıf yurttaşların, Fransa’yı kurtarmak ne haddine idi, Fransızların önemli bir bölümü havlu atıp teslim olmuş, hatta işbirliğine girmişken. Bunun nasıl bir kompleks yarattığını anlamak mümkün.

İşbirlikçi Vichy rejiminin polisi Yahudileri Nazi kamplarına yollanmak üzere teslim etmekte beis görmemişti. Mitterand bile, göçmen işçi olarak gençliğinde Almanya’ya gitmemiş miydi? Gerisini siz hesap edin.

Ama çeşitli zulüm ve kıyımlardan kurtulmuş halkların bu sağ kalmış çocukları faşizmin ne demek olduğunu çok iyi biliyorlardı. Ve harekete ilk onlar geçtiler, komünist Fransızlarla birlikte.

Fransız komünistleri de çok gayretli idi. Onlar da, partinin Sovyet-Nazi paktı sırasında izledikleri utanç verici politikanın izlerini silmek istiyorlardı.

Araştırmacı dostum Sait Çetinoğlu, Direnişçi Manuşyan’ın köklerinde Ermeni devrimci sosyalist hareketinin mirasının yer aldığına şöyle işaret ediyor: ‘Daha önceki Birinci Büyük Savaş, bütün Avrupa halkları için yıkım olduğu gibi Osmanlı İmparatorluğu halkları için de bir fel‰ket olmuştu. Ve bu felaket sırasında İmparatorluk unsurlarından Ermeni Halkı 20. yüzyılın ilk Soykırım uygulaması ile yüz yüze gelmişti. Ermeni halkı ile birlikte Ermeni devrimciler de bu coğrafyadan kazmışlardı. 1915 yılında yapılan tehcir ve Soykırımdan sonra, sağ kalan militanlar ise, göçürülenlerin ve sığınmacıların toplandığı Yakın Doğu ülkelerinde yeniden örgütlenen Ermeni Sosyal Demokrat Partisi Hınçag ve Ermeni Devrimci Federasyonu Taşnag Partisi çatısı altında toplandılar. Taşnaglar Sosyalist Enternasyonalle ilişkilerini yeniledi ve Sovyet rejimini eleştirdi, Hınçaglar ise onu destekledi. İlk Ermeni komünistler de Hınçaglardan çıktı. Ve bunlar, İran, Suriye-Lübnan ve Mısır’da komünist partilerin kuruluşunda tarihsel roller oynadılar. Bunların bir kısmı Batı Avrupa ülkelerine göç ettiklerinde de, buradaki sosyalist hareketlere katılarak sınıf mücadelesini bu örgütlerde sürdürmeye devam ettiler. Bunlardan biri de bu mücadele sırasında hayatı bir Nazi infaz mangası önünde 1 Eylül 1906 Adıyaman doğumlu, Cünye’deki mülteci kampından onbir-on ik yaşlarında sağ kalarak çıkıp, Fransa’ya gitmeyi başararak, orada tutku ile kendi kendini eğiten, şiir yazan, edebiyat dergileri yayınlayan Misak Manuşyan’dı. ‘

Manuşyan Kimdi? Eşi ve mücadele arkadaşı Mélinée şu sözlerle Manuşyan’ı özetler:

‘O doğuştan kahraman değildi. Bunun yaşayan bir örneğiydi. Öyle ki, kahramanlığı, gündelik hayatın her anında gözlerinizi kamaştırabilirdi. İçindeki güç, sıra dışı bir kaderin habercisiydi. Ölümü korkunç bir talihsizlik oldu. Kurşuna dizildiğinde otuz yedi yaşındaydı. Bu otuz yedi yılın dökümünü yapacak olursak, yirmi yaşına kadar yetimhanede kaldığını, son beş yılın ya Direniş’te ya hapiste, ondan önceki beş yılın da neredeyse bütünüyle militanlıkla geçmiş olduğunu görürüz. Kendini kültürel, ideolojik ve pratik bakımdan yetiştirerek geçirdiği yılları da hesaba katarsak, birik-tirdiklerinin meyvelerini verebileceği bir anda ölmüş olduğunu saptayabiliriz’

Manuşyan gibi bir duygulu bir şairin doğrudan suikast eylemine karşılaşmasını Melinee anlamakta güçlük çeker: Bana bütün bunları anlattığında, ilk önce anlam veremedim. Hareketini kınadığımdan değil, aksine! Gerçi, onun örgütleyici olarak da çok becerikli olduğunu biliyordum ama benim tanıdığım Manuş’un, yani onca yumuşak, onca sakin, bir anlamda onca şair olan Manuş’un bir suikasta doğrudan katılmayı neden kabul ettiğini anlamıyordum.’

16 Kasım 1943’te tutuklanır. Manuşyan, mahkemedeki son sözlerinde, hem Nazilere hem de işbirlikçi Fransızlara seslenir: Önce Almanlara dönerek: ‘Size söyleyecek hiçbir şeyim yok. Ben size karşı koyup savaşarak görevimi yaptım. Yaptığım hiçbir şeyden pişman değilim. Şimdi rolünü oynama sırası sizde: Elinizdeyim’. Sonra Fransızlara dönerek, ‘Fakat size gelince, sizler Fransızsınız. Biz Fransa için, bu ülkenin kurtuluşu için savaştık. Sizse vicdanınızı ve ruhunuzu düşmana sattınız. Siz Fransız uyruğunu miras aldınız, bizse bu uyruğu hak ettik.’

Kurşuna dizilmeden önce 21 Şubat 1944 tarihindeki Melinee’ye yazdığı son mektubunda İnsanlığa seslenir:

‘Zafere ve hedefe iki adım kala ölüyorum.
Bizden sonra yaşayacaklara ve yarının
Özgürlüğün ve Barışın güzelliğini tadacaklara ne mutlu!’