Toros Korkmaz
Türkiye Devleti’nin resmi ideolojisinin Türk-İslam sentezi olduğu konusunda gerek akademik gerekse politik çevrelerde büyük oranda uzlaşı olduğu yadsınamaz bir gerçek. Türk-İslam sentezini, özlüce devletin etnik olarak halkını Türklükte, dini olarak da İslam’da ve İslam’ın da Sünni mezhebinde rızayla, ya da olmuyorsa, zorla asimile etme çabası olarak okumak mümkün. Türkiye Devleti’nin Althuser’ci anlamda devletin hem baskı ve zor, hem de ideoloji araçlarını kullanarak üzerinde yaşadığı halkları Türklük ve İslam potası altında eritme çabasının bu etnik ve dinsel kimliğe girmek istemeyenlere sonsuz acılar çektirdiği de ortada. 1915 Ermeni Soykırımı’ndan, diğer Hıristiyan halklara uygulanan kırım ve pogromlara, başta 1938 Dersim Kırımı olmak üzere, Alevilerin dönem dönem yaşadığı kırımlara ve sürekli baskılara, Kürtlerin cumhuriyetin kuruluşundan itibaren bugüne kadar maruz kaldıkları şiddete ve asimilasyoncu politikalara hep bu Türk-İslam sentezinin herkesi tek kalıba sokmaya çalışan tekçi ideolojisinin baş müessip olduğunu gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Türkiye Devleti ve onun Türk-İslam sentezci dünya görüşü bir anda boşlukta ortaya çıkmadı. Türk Devleti’nin kurucularının ve ideolojisinin kökenini 1908-1918 yılları arasında kısa bir dönem hariç Osmanlı Devleti’ni yöneten İttihat Terakki Fırkası ve onun da merkez komitesindeki kadroda buluruz. İttihat Terakki’nin merkez komitesinin de en etkili kişisi 1909’dan Osmanlı’nın 1. Dünya Savaşı’nı 1918’de kaybetmesine kadar olan dönemde yedi yıl Dahiliye Nazırlığı, bügünkü karşılığı İçisleri Bakanlığı, ve 1917-18 yıllarında da Sadrazamlık, bugünkü karşılığı başbakanlık, yapan Talat Paşa’dır. Talat Paşa sadece bir milyondan fazla Ermeni’nin korkunç bir şekilde öldürüldüğü 20. yüzyılın ilk büyük sistematik soykırımı olan Ermeni Soykırımı’nın planlayıcısı ve bizzat uygulayıcısı değil, onun öncesinde de 1913’den itibaren Anadolu Rumları’nın zorunlu göç ettirilmesinde başat rol almış bir kişidir. Bizzat kendisi daha sonra yazdığı anılarında bu politikaların devletin bekaasını korumak için zorunluluk olduğunu söyler ve hiçbir pişmanlık belirtisi göstermez.
15 Mart 1921’de 1. Dünya Savaşı’nın yenilgiyle sonuçlanması sonucu kaçtığı Almanya’nın Berlin kentinde Ermeni Soghomon Tehlirian tarafından öldürülen soykırımcı Talat Paşa’nın cenazesi 22 yıl sonra Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’ye getirilir ve devlet töreni ile Abide-i Hürriyet şehitliğine gömülür. Talat Paşa, Türk-İslam sentezini, Anadolu’yu Kürt bölgeleri hariç büyük katliamlarla Türk ve Müslüman yaparak kuvveden fiile geçirmiş, ve bu politikanın devamını da cumhuriyetin ilk kurucuları olan kadrolar, başta Atatürk olmak üzere, devam ettirmiştir. İsviçreli tarihçi Hans Lukas Kieser’in 2018`de basılan Talat Paşa, Modern Türkiye’nin Kurucu Babası ve Jenosit`in Mimarı adlı eserinde Talat Paşa’nın Atatürk ile olan mektuplaşmalarına ve Talat Paşa’nın Ankara Hükümeti’ne verdiği desteğe özellikle vurgu yapılır ve kitap sadece Talat Paşa ile Türk Devleti’nin kurucuları arasındaki yakın ilişkiye, etkileşime ve ideolojik benzerliğe değil, haklı olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın uyguladığı politikaların ana çerçevesinin de Talat Paşa’nın attığı temeller üzerinden belirlendiğini anlatır. Su anda da Türkiye’yi yöneten AKP-MHP ve Vatan Partisi kadroları her fırsatta Talat Paşa’yı sadece hayırla yad etmiyor, bir sürü sokak, cadde ve okula onun ismini veriyor.
Her ne kadar Talat Paşa’nın ölümünün üzerinden yüz yıl geçse de, Türkiye Cumhuriyeti devleti tek tipleştirişi, soykırımcı ve asimilasyonist Türk-İslam sentezinden vazgeçemediği ölçüde, Talat Paşa’nın gölgesi uzayarak günümüz Türkiye’sini koyu karanlıkta bırakmaya devam edecek. Bu karanlık gölgeden çıkış, Türkiye’nin halklarını, dillerini, dinlerini, inançlarını, birbirinden üstün görmeyen çoğulcu demokrasiyi inşa etmekle mümkün olacak.
Kaynak: siyasi haber