Elif Görgü
Bugün Paskalya Bayramı. Türkiyeli Ermeniler için “Zadig”. Rum Ortodokslar ve Süryaniler için ise bayram, bir sonraki pazar günü. Yedi haftalık uzun bir perhiz sürecinin sonunda, çarmıha gerilerek öldürülen İsa Peygamber’in yeniden dirilişi kutlanan. Ölüm ve diriliş, yas ve sevinç arka arkaya Paskalya’da… Türkiye tarihinin kendisi gibi biraz, yastan sevince, sevinçten yasa bir döngü… Ama bu tarihte yas biraz daha örgütlü, sevinç biraz daha nadir ve spontane şimdilik.
Paskalya’yı anlatması için Yazar Takuhi Tovmasyan’ı ziyaret ediyoruz. Her zamanki zarafeti ile karşılıyor, hiç susmasın istediğiniz tatlı diliyle anlatıyor… Araya göç giriyor, kaybedilenler, kaybettirilenler giriyor. Yaslar uzuyor gibi oluyor biraz.
En son anlattığını en başa yazmak, Türkiyeli olmanın Hristiyan bayramlarını kutlamaya nasıl bir etkisi olduğu soruma verdiği yanıtla başlamak istiyorum. Kalabalık etmemek için de tam burada aranızdan çekiliyorum, Tovmasyan ise kendi toprağına, Trakya’ya dönerek başlıyor anlatmaya:
“Hep göç etti Türkiye’de gayrimüslimler. Hep yurtlarını bırakıp başka yurtlar edinmek zorunda kaldılar. Biz Trakya Ermeni’siyiz. Bulgaristan’da, biraz daha ileride Marsilya’da, Ermenistan’da, sonra daha uzakta, Kanada’da çok akrabalarımız var. Hepsi birer nedenle gittiler. Biz hiç gitmek istemedik.
Bizim özümüz, toprağımız Trakya ama Anadolu destekli. 1453’ten sonra Trakya’da Ermeni yaşamı başlamış, Mimar Sinan getirmiş bizi Anadolu’dan, kendi yapılarında çalıştırmak üzere, taş ustası, bakır ustası, demirci… Böylece Edirne’de, Çorlu’da, Silivri’de, Çatalca’da, Malkara’da, Tekirdağ’da azımsanmayacak kadar Ermeni halkı yerleşimi, kiliseleri okulları olmuş. 1915’te onların da hepsi kökünden silinmiş. Her neyse adı… Soykırım da denebilir. Bizimkiler ‘seferberlik’ derdi. Benim annemin 37 kişilik ailesinden ‘seferberlik’ten sadece üç kişi geri dönmüş, üç dayısı… Der Zor’dan Şam’a, Şam’dan da üç sene sonra Çorlu’ya, tekrar kendi anavatanlarına…
Şimdi biz Türkiye’de nasıl yaşıyoruz bayramlarımızı? Bana sorarsanız en güzelini biz yaşıyoruz. Çünkü burada bir tarih var. İstanbul’da 37 tane kilisemiz var. Paris’te, Almanya’da, Kanada’da yok böyle. Anadolu’dakileri sayamıyorum bile. Birkaçı ahır olarak, ambar olarak kullanılıyor. Kimisi biraz daha insaflı, kültür merkezine çeviriyor. Sıvanıyor freskleri, boyanıyor. Onları hiç saymıyorum.”
Okyanusta bir kova su kadar…
“Eğer biz burada bayramı yaşıyorsak, inanın en güzelini biz yaşıyoruz, Kanada’daki akrabalarımız değil. Ben İstanbul’daki bütün Ermenileri temsil etmiyorum, bana sorduğunuz için söylüyorum, ben böyle hissediyorum. En güzel bayram insanın doğduğu topraklarda, olabildiği kadar, şartların elverdiği kadar kutlayabildiği bayramdır. Ne kadar sevdikleri veya anacak sevdikleri varsa; kaybettikleri, gömdükleri… Bizim burada o kadar çok mezarlığımız var ki…
Okyanusta bir kova su kadar oldu İstanbul’daki Ermenilerin yaşantısı, ama yine hiç değilse insanın kendi doğduğu topraklarında bunu hissedebilmesi çok önemli. Kanada’nın buz gibi topraklarında benim hiçbir şeyim yok…”
Paskalya ya da Zadig: Yas ve sevinç
“Paskalya, İsa’nın ölümü ve ardından direnişi ile göğe yükselişini ifade ediyor. Bir ölüm anca anılır bayram olmaz, Paskalya’nın bayram olmasının nedeni İsa’nın yeniden can alıp göğe yükselişidir. Onun için biz bunu bayram diye niteliyoruz ve gerçekten büyük bir coşkuyla kutluyoruz.
Paskalya Bayramı’nı kutladığımız günden yedi hafta öncesinde Büyük Perhiz haftasına gireriz. Bizde oruç, perhiz tamamen hayvansal gıdalardan uzak durarak beslenme şeklini alıyor.
Felsefesi şu, bedenini terbiye etmek. Kimisi sigarayı bırakır yedi hafta, kimisi ağzına alkol koymaz. Kimisi haftada iki gün tutar. Seneler zarfında din adamları da bu sıkı perhiz kurallarını modernize etmişler, yaşam şartlarına uygun olsun diye yeni yeni anlamlar katmışlar. Bu böyle bir yedi haftalık dönem. Hiç tutamayanlar da son bir haftayı tutar.”
Avak Şapat: Büyük hafta
“Bu içinde bulunduğumuz hafta ‘Büyük Hafta’dır. Ermenicesiyle Avak Şapat. Her bir gününün önünde ‘büyük’ vardır ve pazar günü de bayramı kutlarız.
Hep ayinler olur bu yedi hafta boyunca. Her gün bir semtin bir kilisesinde toplanılır, ayin yapılır. Kilisede apsis, yedi hafta boyunca siyah ya da çok koyu lacivert renkteki perdelerle kapalıdır. Tamamen bir arınma, kendiyle baş başa kalma, içe dönme, sorgulama, hesaplaşma, dünyevi zevklerden uzaklaşma zamanıdır. Kilise de kendi halinde bir sadeliğe bürünür, bu sadeliğin içerisinde hep dualar yapılır.
Özellikle de Büyük Perşembe günü kilisede üç kez ayin yapılır: Sabah, akşamüstü ve gece yarısı. İsa’nın artık çarmıha gerileceği kesinleşmiştir, yaslıyızdır, süslü giyinmeyiz kiliseye giderken, koyu renkleri tercih ederiz. Neticede bir cenaze durumu vardır. Öğlenki ayinlerde artık çarmıha gerilmiştir İsa, çeşitli işkenceler görmüştür ve perşembe gecesi tamamen kapkaranlık yapılır kilise, mum ışığı vardır. Ağlama gecesi, ağıt gecesidir, dua okunur ve herkes evine döner.
Yeşil mercimek: Meryem’in göz yaşları
“Perşembe gecesi sadece yeşil mercimek yenir. Perhiz döneminde olduğumuz için zeytinyağı ile pişirilir. Yeşil mercimek de Meryem Ana’nın tane tane gözyaşlarını sembolize eder.
Büyük Cuma’da her kilisede temsili bir cenaze töreni yapılır. Bir tabut vardır ama üstü çiçeklerle doludur. Ve tam da bu mevsimde birbirinden güzel sümbüller, kokulu kır çiçekleri, laleler coşmuştur, yani bir bahar patlaması vardır, o şekilde bir cenaze töreni akşamüstü yapılır, Büyük Cuma da böyle geçer.”
Büyük Cumartesi: Artık her şey parlaktır
“Cumartesi sabahı Meryem Ana oğlunun gömüldüğü yere gider, üç kadın birlikte giderler, bakarlar ki toprak açılmış, mezar açılmış, İsa yok. O zaman inanırlar ki dirildi, ölülerden, ölümlerden dirildi ve göğe yükseldi, babasının yanına gitti. Artık yas biter. Cumartesi günü kilisedeki ayin sırasında kilisenin bütün ışıkları yanar, perdeler değişir, parlaktır artık her şey.
Apsis özellikle çiçeklerle donatılır. İçeri girdiğinizde mis gibi bahar çiçeklerinin kokusunu alırsınız ve o akşam yemeğinde perhiz de bozulur. Herkesin kendi imkanlarına göredir, balık yenir, yeşillik mutlaka olur, ıspanak olur, boyanmış yumurtalar tokuşturulur. Bunun dışında topik, dolma ya da o ailenin görgüsüne, bilgisine, kültürüne göre yenilir, içilir ve bayram sevinci yaşanır.
Kimisi unutulmuş adetlerdir, kimisi köyden köye şehirden şehre fark eder. Anadolu çok geniş bir yelpaze, herkesin alışkanlıkları farklıydı. Şimdi artık Anadolu’da Ermeni kalmadığı için bütün bu adetleri yerine getiren insanlar İstanbul’da toplandılar, sayıca da tabii çok azaldılar.”
Hrant öldüğünden beri hiç yumurta boyamadım
“Yumurta boyama genelde perşembe akşamüstü yapılır. İsa çarmıha gerildiğinde o tahtanın altında yılan yumurtlamıştır ve İsa’nın ellerinden, ayaklarından, alnından akan kan onun üzerine damlar ve kırmızıya boyanır yumurtalar.
Cumartesi günkü ziyafet sofrasına mutlaka perşembe geç vakit boyanan yumurta konur. Bizim adetimizde sadece kırmızıya boyamak vardı. Avrupa ile etkileşim sıklaştığından beri, yani 35-40 senedir çok renkli boyanıyor. Tabii bunlar da ticari metalara dönüşüyorlar.
Bizde babamın öğrettiği bir adet vardı, aileden çok yakın biri ölmüşse, onu takip eden Paskalya Bayramı’nda yumurta boyamazdık. Yumurta kırmızıdır, yas rengi siyahtır. Babam öldüğünde ben de bir yıl siyah giyindim, çok zor çıkardım siyahları. O kadar alıştım ki sanki bir kez daha babamdan ayrılıyormuşum gibi oldu o siyahı çıkarmak. 23 yaşındasın artık yeter diye baskı bile gördüm. Kocası öldükten sonra hiç renkli giyinmeyenler de vardır. Benim annem de onlardan biriydi.
Bizim yas durumunda renkleri reddedişimizden dolayı, aileden çok yakın birisi vefat ettiyse, onu takip eden Paskalya’da yumurtayı beyaz haşlar masa koyardık, kırmızıya boyamazdık.
Ben Hrant öldürüldüğünden beri hiç boyamadım, hep beyaz haşladım kabuğunu, beyaz olarak sofraya getirdim.
Beş yıl önce torunum oldu, ilk Paskalya’sında bebekti daha ama ikincide artık bu evde bir çocuk var diyerek özüme döneyim ve soğan kabuğuyla boyayayım dedim. Anadolu’da Ermeniler soğan kabuğuyla boyarlardı. Benim çocukluğumda İstanbul’da, “Viktorya” diye kırmızı kumaş boyası vardı, annem onunla boyardı. Daha sonra yurt dışından renkli boyalar geldi.
Ama ben Hrant’ın yasını bitirmedim, bitirmeyeceğim de… Onu daha ben gömemedim duygularımda, günün birinde, belli olmaz, onun istediklerinin yarısı gerçekleşirse canına helva da kavururum, yumurta da boyarım. Ama şimdilik yüreğimin bir bölümü derin yasta. Kardeş kadar yakındık, kardeş kadar…”
Bayramın ertesi: Mezarlıkta bir taş
“Bizde her bayramın ertesi günü mezarlık ziyareti yapılır. Çok büyük mezarlıklarımız var. Uçsuz bucaksız. Bu mezarlıklar ziyaret edilir. Her mezarlığın da bir göbeği, bir merkezi vardır. O merkezde de 1915’te ölenlerin anıtı vardır. Bir taştır o. Orada saat 5’e toplanılır, ölmüşlerin canına bir dua okunur, ondan sonra dağılınır. Artık bayram bitmiş olur. Mutlaka insanlar mezarlığa acı badem kurabiyesi, lokum götürürler, tanısın tanımasın kime rastlarsa verirler. Açık bir kurabiye kutusu, açık bir lokum kutusu dolaşır. Kimisi irmik helvası yapar, torbalarla götürür, insanlara canı için dağıtır ve Paskalya Bayramı ritüeli biter.”
Kaynak: Evrensel