Aykan Sever
Hrant Dink’i katletmiş, ülkede bulunan Ermeni Patrikliği’ne kayyum atamış, burada yaşayan Ermeni toplumuna rehine muamelesi yapan bir zihniyetle nereye kadar normalleşmek mümkündür?
Son haftalarda Ermenistan’la Türkiye arasındaki “normalleşme” tartışmaları hız kazandı. Özellikle son iki yılda Güney Kafkasya’nın, paylaşım savaşının hareketli cephelerinden birine dönüştüğünü görüyoruz. Son gelişmeler de kuşkusuz bu sürecin bir parçası olarak şekilleniyor.
Dört yıl önce Ermenistan’da gerçekleşen “Kadife Devrim”le iktidara gelen anlayışın devrimci barutu kısa zamanda tükendi. Paşinyan’ın temsil ettiği bu anlayış en temelde anti-kapitalist bir niteliğe sahip olmadığı için büyük oranda dışa bağımlı ve yolsuzluklarla yürüyen ekonomik yapıdaki sorunları çözemedi. Azerbaycan’la ilişkiler ise ön alıcı hamleler geliştirilerek sıcak çatışmaya girilmeksizin yoluna konulabilirdi ancak bu da yapılamadı. Mesela anlaşmazlık konusu olan bölgede kontrol altında tutulan beş rayon Azerbaycan’a verilerek barışçıl bir çözüm mümkün kılınabilirdi. Paşinyan yönetiminin gerek milliyetçiliğe esir düşmüş aklı gerekse de halka bunca zaman pompalanan “bir karış toprak vermeyiz…” edebiyatı sayesinde ortada bir fikir varsa bile, kimsenin bunu savunacak cesareti olmadı. Sonuçta 2. Dağlık Karabağ Savaşı’nda Türkiye-İsrail destekli Azeri militarizmine yenilmekten kurtulamadılar. Bu, Ermenistan toplumunda büyük bir erozyona neden oldu. Nihayetinde iş bölgenin paylaşımı evresine geldi.
Rusya ilk raundda bölgede zaten varolan kontrolünü artırdı, gelişebilecek geçiş hatlarını kendi denetimi ve onayına tabii kıldı. Aynı zamanda Dağlık Karabağ’da Ermenilerin yaşadığı bölgede de belirleyici bir güç haline gelerek yerleşti.
Kısıtlı ekonomik kaynaklar ve siyasal sıkışmışlık bu süreçte Ermenistan’ı “Batı” diye gördükleri “Türkiye” ile ilişkileri “normalleştirme”ye zorladı. 14 Ocak’ta taraflar Moskova’da bir araya geldi. Rusya’nın bu süreçle ilgili tutumu ise dikkat çekiciydi. İlk temasın Moskova’da gerçekleşmesi ve Putin yönetiminin destek açıklamaları doğal olarak ilk elden “Moskova, Ermenistan’ın Türkiye ile yakınlaşmasını istiyor” yorumlarına yol açtı. Evet bu bir yere kadar doğru fakat aynı zamanda Rusya için bir kumar söz konusu. Çünkü Türkiye’nin pozisyonu, yer yer çelişkileri olsa da Batı sistemi içinde ve ABD ile ilişkileri onarma yönünde ilerliyor. Bunun Ukrayna, Suriye ve Libya sahalarına da yansımaları olacaktır. Bu bölgelerde olası Rusya-Türkiye gerilimi hesapları bozabilir. Ayrıca bu aşamada Rusya, Ermenistan’la ilişkilerin onarılmasını Türkiye’ye bir rüşvet olarak da görüyor olabilir. Rusya ile Türkiye arasında bölgeyle ilgili henüz açıklanmayan gizli anlaşmalar olabileceği gibi Moskova’nın Ankara ile arasında olan “kırılgan bağımlılık” ilişkine güveniyor olması da mümkün. Ama işler, Erivan’ın NATO dahil Batı’ya entegrasyonuna evrilmeye başlarsa Rusya açısından bu kabul edilemez bir nokta olur. En basitinden Rusya, Türkiye sınırında Gümrü bölgesinde bulundurduğu, Güney Kafkasya’daki en büyük askeri üslenmesinin varlığını “bölge için güvenlik unsuru” diye izah edemez ve koruyamaz hale gelir.
Ermenistan ve Türkiye’nin başlangıçta Rusya hegemonyasından kaçmayı hedeflemeleri ancak buna rağmen süreci Putin’in onayıyla yürütmeleri bir çelişki değil, politika denilen şeyin elastik yapısının bizzat gereği. Daha başından Rusya’nın gölgesinden çıkmak, açık hedef olarak tanımlansaydı doğal olarak Moskova bu sürece taş koyacaktı. Fakat gelinen noktada istemese de olası gelişmeleri şimdilik onaylamak zorunda.
Ermenistan-Azerbaycan arasında halen yer yer çatışmalar cereyan etmesine rağmen Bakü dahil İngiltere, AB ve ABD de “normalleşme” politikalarını destekliyor. Herhangi bir açıklama olmamasına karşın muhtemelen Çin de benzer bir tutumda. Bu son derece normal çünkü herkes pastadan pay istiyor. Pasta ise öncelikle Ermenistan.
Türkiye ile Ermenistan sınırlarının açılmasına en çok sevinenler, rejimin yarattığı ve dayandığı beşli çete türünden sermaye kesimi olacaktır. Eğer karşılarında Çin gibi bir rakip olmazsa, memleketin lümpen burjuvazisi rüşvet vb. türden yollarla Ermenistan’ın varlıklarını yağmalamakta zorlanmayacaktır. Ermenistan ise övülesi tarım ürünleri dahil yerli üretim kapsamında bulunan sınırlı sayıda sektörde eğer özel destekleme politikaları geliştiremezse bu süreçten epey zararlı bir yıkımla çıkabilir.
Paşinyan yönetimi kendi çıkmazını ne pahasına olursa olsun Türk devleti ile arayı düzeltip sınırların açılmasıyla aşmaya çalışıyor. Başka bir şansları da yok maalesef. Diplomatik temsilciliklerin ve sınırların açılması- sadece karşılıklı diyaloğun gelişmesine bile sebep olsa- olumludur. Fakat tarihsel anlamda onarılmaya ihtiyaç duyan Ermeni Soykırımı açısından bu durum ne derece pozitif bir gelişmeye yol açar, henüz belirsiz. Elbette mücadeleyle aşılamayacak şey yok. Fakat Hrant Dink’i katletmiş, ülkede bulunan Ermeni Patrikliği’ne kayyum atamış, burada yaşayan Ermeni toplumuna rehine muamelesi yapan bir zihniyetle nereye kadar normalleşmek mümkündür? Bu da maalesef cevabı çok da meçhul olmayan bir soru…
Kaynak: Özgür Politika