Almanya 20. yüzyılın ilk soykırımı için özür diliyor

[ A+ ] /[ A- ]

“Bugünün bakış açısından bu olayları resmen soykırım olarak niteliyoruz. Almanya’nın tarihi ve moral sorumluluğu ışığında Namibya ve kurbanların soyundan gelenlerden özür dileyeceğiz”

Almanya Dışişleri Bakanı Heiko Maas

Namibya ile Almanya arasında 2015 yılında başlayan,1904-1908 yıllarında Alman İmparatorluğu’nun Herero ve Namalar’a yönelik gerçekleştirdiği katliamlara ilişkin görüşmeler, nihayet Almanya’nın özür dilemesiyle sonuçlandı. Her ne kadar 2004 yılında Almanya Kalkınma Bakanı Heidemarie Wieczorek-Zeul ilk kez açıkça soykırımı kabul etmişse de hükümetin bu konuda bir tavrı söz konusu değildi. Gelişmeyi Almanya Dışişleri Bakan Heiko Maas kamuoyuyla paylaştı. Maas “Namibya ile ortak tarihimizin en karanlık bölümünü ortak bir biçimde ele alma konusunda uzlaşmaya varabildiğimiz için memnun ve müteşekkirim” derken “Suçun tanınması ve özür dilememiz suçun aydınlatılması ve ortak bir biçimde geleceği şekillendirmemiz açısından önemli bir adım” diye de ekledi. Özür Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’in Namibya Parlamentosu’nda resmi bir törene katılımıyla gerçekleşecek.

Sömürgeci ırkçılık

Tarihçilerin 20. yüzyılın ilk soykırımı olarak tanımladığı, bugünün Namibya, dönemin Güney Batı Afrikası’nda gerçekleşen kırımda, Kayzer İmparatorluk ordusu Alman yerleşimcilere yer açmak için 65-80 bin Herero, 10-20 bin Nama’yı katletmişti. Hererolar’ın %80’i, Namalar’ın %50’si soykırıma uğramıştı.

Bu soykırım o yıllardaki sömürgeci yayılmanın uç bir örneği olarak tarihe geçmiştir. Gerçi Güneybatı Afrika’daki Ovambo ve Hottentot kavimlerine dokunulmaması, ve Alman emperyalizmine karşı topraklarını koruyan iki halkın katledilmesi, kimileri tarafından uzun süre ortada bir katliamın olduğuna, ancak soykırım olmadığına karine olarak gösterilmiş ve hatta bugün soykırım olarak anılan diğer “arındırma-temizlik” hareketlerinden ayrı tutulmuştu.

1884’te Alman Şansölyesi Bismarck, Güneybatı Afrika’da yeni bir başkent inşa etmiş ve burada yerlilerin topraklarına ve kadınlarına el koyarak onların zorla çalışıtırıldığı büyük plantasyonlar kurmuştur. Bunun üzerine Hererolar isyan etmiş ve 129 Alman’ı öldürmüşlerdir (kadınlara ve çocuklara dokunmamaya özen göstererek). İkinci Reich’ın gönderdiği 3500 kişilik donanımlı bir ordu önüne geleni katletmiş, kaçabilenlerin de geri dönüşünü imkansız kılacak şekilde, görüldükleri yerde vurulmalarına dair bir emir çıkartılmıştır. Namalar ise bir yıl sonra ayaklanmışlar ve aynı akıbete uğramışlardı.

Toplama kampları, zorla çalıştırma

Bu süreçte açlık ve susuzluğa mahkûm etmekten toplama kamplarına kadar çeşitli soykırım teknikleri uygulanmıştı. Kadın ve çocuklar da dahil olmak üzere toplama kamplarındakiler özellikle demiryolu inşaatında zorunlu çalışmaya tabi tutulmuşlardır. Kurbanların kafatasları ırkçı bilimsel çalışmalar için Almanya’ya gönderilmiştir. Savaş 1907’de bitse de toplama kampları uygulaması 1908’e kadar devam eder.

Michael Mann “Demokrasinin Karanlık Yüzü” adlı kitabında “Alman militarizmi ile Nazi militarizmi arasında sahici bir bağlantı”dan söz ederken “Bu olaylara karışan Alman personelden bir kısmı I. Dünya Savaşı’nda Türkiye’de hizmet vermiş ve Ermeni soykırımı sırasında Türklere askeri danışmanlık yapmıştır. Nazi suçlularından da bazıları Güneybatı Afrika’da yaşamış ya da Türkiye’de hizmet vermiştir; fakat bu insanların sonraki iki vaka üzerinde doğrudan etkileri olduğunu görmedim” der.

1945’te Güney Afrika mandasında olan ülkede 1960’ta Güneybatı Afrika Halkı Ulusal Kurtuluş Hareketi (SWAPO- Güneybatı Afrika Halkı Örgütü) gün yüzüne çıkar ve bağımsızlık mücadelesi yoğunlaşır. 21 Mart 1990’da Namibya bağımsızlığını kazanır ve SWAPO hükümeti kurulur. 2002’de sömürgeciliğe karşı silahlı mücadelenin ürünü olan modern devletin doğuşunu temsil eden bir ulusal anıt törenle açılır.

Soykırımlar Çağı

Her ne kadar Naziler’in, Almanya başta olmak üzere, Danimarka’dan Bulgaristan’a işgal ettikleri ülkelerdeki 6 milyon Yahudi’yi (Romanlar ve eşcinseller de aynı akıbete uğradı) katletmelerinin sorumluları 1945’de Nuremberg’de yargılandıysa da, 1948’de Birleşmiş Milletler’in kararı ile soykırım uluslararası hukukta yer aldı.
Hukuki bir karşılığı olsun olmasın, tarihçiler bu kararın tanımına uyan 20. Yüzyıldaki ilk olay olarak Herero ve Nama katliamını ele almıştı.

İkinci olarak, Ermeni Soykırımı bir dizi ülkede kabul görürken, International Association of Genocide Scholars, 2007’de Asurilere ve Rumlara yapılanları da tanıma dahil etti.

Ancak soykırımlar İkinci Dünya Savaşı ve öncesine ait eski bir hikaye olmaktan uzak. Kamboçya’da 1975-79 yılları arasında nüfusun dörtte biri, yani 2 milyon insan, hastalık, açlık, işkence ve infazlarla Kızıl Khmerler tarafından yok edildi. Birleşmiş Milletler’in atadığı bir mahkeme 2008’de üst düzey yöneticileri soykırımla mahkum etti.

Diğer örnekler

Fransa’nın verdiği destek nedeniyle sorumluluğunu kabul ettiği ancak özür dilemediği, ama kurbanların affetmesini umut ettiği bir vaka da anılmalı. Rwanda’da iktidardaki Hutuların azınlık Tutsilere ve kendilerinden yana olmayan Hutulara karşı yürüttüğü, 800 bin kişinin öldüğü katliamlar da soykırım olarak kabul edildi.

Bosna Sırplarının Saraybosna’da 1995’te 8.374 Müslümanı katlettiği olay da Uluslararası Adalet Divanı tarafından 2007’de soykırım olarak kabul edildi. Bosnalı Sırpların şefi Radovan Karadziç 2019’da ömür boyu hapse mahkûm oldu.
Nisan 2019’da iktidardan indirilen Sudan eski başkanı Ömer El Beşir için, 2003’ten sonra Darfur’da 300 bin kişiden fazla insanın ölümüne neden olduğu gerekçesiyle Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından tutuklanma kararı çıkartıldı.

Yüksek Adalet Divanı Birmanya’da Müslüman azınlığa karşı soykırım uygulandığı suçlanmasında bulundu. Myanmar’daki ordu baskısına dayanamayan insanlar Budist milislerden ve ordudan kurtulmak için Bangladeş’e kitlesel bir tehcir gerçekleştirdiler. 2017’den beri yaklaşık 740 bin insan göç etti, ölenlerin kesin sayısı bilinmemekle birlikte soykırım olarak nitelenecek kadar yoğun olduğu bildiriliyor.

Ya önümüzdeki soykırımlar?

Bütün bunlar her türden insanlık suçunun geçmişimizde değil henüz içinden çıkamadığımız bir modern çağda gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor. Almanya’nın soykırımı tanıması önemli olsa da –ki Namibya’daki muhalefet bu konuda yalnızca hükümetler arasında görüşme yapılmış olmasını eleştirmekte ve konunun bir tür geçiştirildiğini iddia etmekte– faşizan aşırı sağın yükseldiği bir ülkenin bununla ne kadar yüzleştiği tartışma götürür. Alman devletinin önümüzdeki yıllarda ülkeye yapacağı 1,1 milyar euroluk yardımın ise tazminat mı kefaret mi olduğu bir yana, Alman halkının bu soykırımın bilincine ne derece vardığı, kendi ülkesinde ve dünyanın herhangi bir yerinde bu tür insanlık suçlarının engellenmesi için nasıl bir tavır takınacağı çok daha önemli olacaktır. Diğer felaketler ve muhtemel felaketler için de bu ilke geçerlidir.

Kaynak: Agos