Lerna Ekmekçioğlu’nun ‘Bir Milleti Diriltmek (1919-1933): Toplumsal Cinsiyet Ekseninde Türkiye’de Ermeniliğin Yeniden İnşası’ başlıklı kitabı Aras Yayınları’ndan çıktı. Ekmekçioğlu, kitabında, I. Dünya Savaşı sonrasında işgal altındaki İstanbul’da hayatta kalan Ermenileri mercek altına alarak Ermenilerin hangi siyasi, ekonomik ve toplumsal adımlarla kendini yeniden inşa etmeye çalıştığını, bu süreçte toplumsal cinsiyet rollerinin hangi şekillerde yeniden üretildiğini araştırıyor. Kitabın odağında ise dönemin kadın hareketinin önde gelen isimlerinden Hayganuş Mark tarafından 1919-1933 arasında aralıksız olarak yayımlanan ve birçok feministin yazılar kaleme aldığı kadın dergisi ‘Hay gin’ var. Ekmekçioğlu ile kitabından yola çıkarak Ermeni feministlerin yüz yıllık serüvenini konuştuk.
Hayganuş Mark’ın adıyla özdeşleşen ‘Hay gin’ 1919-1933 gibi hem Ermenilerin hem de Türkiye’nin tarihinde çok önemli bir ‘kırılma anı’nda yayınlanmış bir dergi. Kitabı henüz okumamış okurlar için 1919-1922 dönemindeki ‘Hay gin’ ile 1923-1933 dönemindeki ‘Hay gin’ arasındaki benzerlik ve farklılıkları, süreklilik ve kopuşları anlatır mısınız?
İlk dönemde dergi Ermeni milli davasını savunuyor. Savaşta Ermenilerin başına gelenler için Osmanlı hükümetinin sorumlu tutulması gerektiğini söyleyebiliyor. Bu dönemde İstanbul’un İtilaf Devletleri işgali altında olması, sansürün görece azlığı ve uluslararası siyasi durumdaki bilinmezlik böyle bir politika uygulayabilmesine olanak sağlıyor. Lozan Konferansı’nın başlamasından sonraysa gittikçe ‘Türkiye ve Türk sever’ oluyor. ‘Her şeye rağmen Ermeniliği korumaya çalışmak oluyor’ artık, Ermeni davası. Tüm diğer Ermenice ve Ermenice olmayan yayınlar gibi Mustafa Kemal’e kayıtsız şartsız bağlılığını vurguluyor ‘Hay gin’. Bütün cemaatin içinden geçtiği bir süreç bu ama ‘Hay gin’ bu iki dönemde kesintisiz ve aynı editör tarafından yayınlandığı için direkt bu tarihin mükemmel bir tanığı. Zaten ben de o yüzden bu kadar eğildim. Değişmeyen konuysa kadınların önemi. ‘Ermeni davası’ değişiyor ama onun kadınlar olmadan başarıya ulaşamayacağı fikri değişmiyor. Yani Ermenilikle ilgili gündem maddeleri değişiyor ama onu diriltmek için kadınlara ve onların doğuracakları çocuklara ihtiyaç olduğu fikri sarsılmıyor. Hâlâ da geçerli. O yüzden de kapakta bir düğün resmi var. Ama ‘Hay gin’i ilginç yapan özellik konuyu burada bırakmaması. Hayganuş Mark, kendini feminist olarak tanımlıyor ve dergide birçok feministe yer veriyor. Ermeni davası ve feminizm nasıl birlikte var olabilir sorusunun peşinde koştum yıllardır ve sonunda bu kitabı yazdım.
Kitabın sonuç bölümünde, ‘paradokslar önerme’ kavramsallaştırması eşliğinde şöyle yazmışsınız: “Cinsiyet eşitliğini destekleyen ilerici görüş (neredeyse her zaman patriarkal olan) ‘geleneği’ bir tehdit olarak gördükçe, ‘gelenek’ ise Ermenilerin kendilerine ayrımcılık yapan Türkiye’de varoluşlarını devam ettirebilmeleri için sıkı sıkıya tutundukları bir can simidi görevi gördükçe, yani Türk devleti ile Ermeniler arasındaki güç dengesizliği bozulmadıkça, paradokslar, feministlerin dostu olmaya devam edecek.” Özellikle son 20 yılda Ermenilerin ve ‘Ermeni meselesi’nin Türkiye’de daha görünür olduğunu dikkate alırsak, paradoksların eskisi kadar “feministlerin dostu olmadığını” söylemek mümkün mü?
Hayır. Burada önemli olan görünürlük değil. Devletle Ermeni cemaati arasındaki hukuki, tarihsel ve sosyolojik ilişki. Bu ilişki altyapısal olarak ast-üst ilişkisi tarzı hiyerarşik ve hatta devlet-kul ilişkisi. Türkiye’de hâlâ Ermenilerin Türk olmadıkları için ya legal olarak yapamadıkları ya da cüret edemedikleri işler, söyleyemedikleri sözler var. Tedirginlik devam ediyor. Sonuçta benim baktığım ikinci dönem olan 1923-33 arası Lozan Antlaşması’nın hemen sonrasını kapsıyor ve şu an hâlâ Lozan yürürlükte. Aynı şekilde azınlıklar konusunda devletin ve çoğunluğun görüşü veya eğilimi değişmedi. Hâlâ istenmiyorlar, güvenilmiyorlar ve el mecbur birlikte yaşanılması gereken ama yeri geldiğinde Batı tarafından maşa olarak kullanılanlar ve kullanılacaklar olarak bakılıyor. Bunu kitapta ‘seküler zımmilik’ olarak kavramsallaştırdım. Bu devlet-cemaat ilişkisi çerçevesinden baktığımızda ve de demografik faktörleri de göz önünde bulundurduğumuzda Ermeniliğe değer veren kişilerin, kendini ilerici ve/ya feminist olarak tanımlayan entelektüellerin dahil ‘gelenekçi’ olmamaları beklenmez. Ateist olduğu halde Zadig’de kiliseye gitmek gibi. Dinle ilişkisi olmadığı halde çocuğunu ‘gnunk (vaftiz) yaptırmama’yı düşünememesi gibi. İleride kullanmayacağını bilsen de çocuğa hayeren (Ermenice) öğretmeye çabalamak gibi. Çekirdek aile kurup ataerkil de olsa ananeleri devam ettirmek gibi. Asimilasyonla boğuşurken ‘muhafazakâr’ olmak zorunda kalan feminist Ermeniler hâlâ Ermeni olmayan yoldaşlarına açıklayamadıkları çelişkilerle yaşıyor. Feminizm doğası gereği statüko karşıtıyken, Ermeniliği koruyabilmek için feministler statükoya yapışıyor ama onu eğip bükmeye de çalışıyor. Biz 1999 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde bir grup Ermeni feminist olarak örgütlendiğimizde işte tam da bunu yapmaya başladık. Zaten bu konular hakkında çalışmam da öyle başladı.
Bildiğiniz gibi son yıllarda Türkiye kamuoyunda Zabel Yesayan daha fazla tanınır oldu. Bu bağlamda, aynı dönemlerde yaşamış iki İstanbullu Ermeni kadın olarak Yesayan ile Mark’ı karşılaştırdığınızda neler söyleyebilirsiniz? İkisi arasında sosyal ya da entelektüel bir ilişki, karşılaşma ya da tartışma söz konusu mu?
Melissa Bilal’le 2006 yılında Zabel Yesayan’ı Türkçe’ye ilk kez kazandırdığımızda (‘Bir Adalet Feryadı’- Aras Yayınları, kitabımızla) tam da hedefimiz bu farkındalığı yaratmaktı. Bu yüzden memnunuz. Fakat öte yandan da ‘tek adam Zabel Yesayan’ indirgemeciliği de oluyor bazen. Melissa Bilal’le halen çalışmakta olduğumuz kitapta 12 kadına vurgu yaparak biraz da bunu kırmaya çalışıyoruz. Yesayan gerçekten dili çok güzel kullanan ve hayat hikâyesi itibariyle karmaşık biri. ‘1915’ten kurtulup Sovyet Ermenistanı’na göçmesi ve Stalin’in kurbanı olması bu anlamda önemli. Hayganuş Mark, biraz genç Yesayan’dan… 1905’te aralarında bir hoşnutsuzluk oluyor. Yesayan, Mark’ın kadın dergisine çevirdiği Dzaghig’de yazı yazmayı, en azından bedava yazmayı reddediyor. Mark bozuluyor. Zaten ilk gençlik yıllarının çoğunu İstanbul dışında geçiren Yesayan’la Mark’ın araları hiç düzelmiyor ama buna rağmen ‘Hay gin’ ara ara Yesayan haberi geçmiştir. Ermeni kadını ya da Ermeni feminizmi deyince akla sadece Yesayan’ın gelmesi aslında çok yanlış. Gerçekten en az 40-50 kadından bir o kadar da örgütten bahsediyoruz. Bunların bilinmemesinin sebebi hep 1915 ve sonrasındaki milli tarihyazıcılığı politikaları. Maalesef yakın zamana kadar feminist historiografya açısından da durum farklı değildi.
Günümüzde Türkiye’de feminist tarihyazımında Hayganuş Mark ve diğer Ermeni feministlere geçmişe göre daha fazla yer verildiğini söylemek mümkün mü?
Evet kesinlikle. ‘Bir Adalet Feryadı’ bazı liselerde ve üniversitelerde okutuluyor. Bizim o kitabın sonuç bölümünde yaptığımız tarihyazıcılığına dair eleştiri aslında olumlu karşılandı. Osmanlı ve Türkiye kadın hareketi tarihini yazan birçok araştırmacı artık bunu sadece Türk Müslüman kadınlar üstünden yapılamayacağını anladı. Ama tabii ki daha kat edilecek çok yol var. Örneğin Ermenilere karşı yapılagelmiş devlet şiddetinin Türkiye’de kadın haklarının gelişimini nasıl baltalamış olduğu konusuyla hâlâ hesaplaşılmadı.
Son olarak, Melissa Bilal ile birlikte hazırladığınız, pek yakında Stanford University Press’den çıkacak ‘Feminism in Armenian: An Interpretive Anthology’ kitabından söz eder misiniz? Ayrıca bu kitabı da yakında Türkçe olarak okuma fırsatı bulabilecek miyiz?
Hâlâ üstünde çalışıyoruz kitabın. 2022’de çıkar diye tahmin ediyoruz. Bin sayfayı aşkın bir ansiklopedi ve referans kitabı niteliğinde olacak bu yayın. 1860’lardan 1960’lara İstanbul ve diasporadaki Ermeni kadın hareketinin öncü 12 isminin hayatını ve eserlerinden seçkileri önce İngilizce, sonra da Ermenice ve Türkçe yayınlayacağız. Bu kitaptan sonra Ermenice bilmemek, Ermeni kadın tarihini bilmemek için bir engel teşkil edemeyecek. Fakat projemizin bir de dijital arşiv ayağı var. Son yirmi yıldır bu kadınların dünyanın dört bir tarafına dağılmış olan arşivini topladık. Son beş yılda bunları dijitalize ettik ve bir web sitesinde topladık. Kitabın çıkmasıyla eş zamanlı olarak erişime açacağız siteyi. Böylelikle Ermeni feminizmi ve kadın tarihi alanında daha fazla çalışma yapılmasını teşvik etmeyi umuyoruz. Ayrıca Ermenice öğrenmeyi de teşvik ediyoruz. Bu kitabın Ermenistan ve İran’daki Ermeni kadın hareketini inceleyen versiyonunun yapılmasını umuyoruz.
Lerna Ekmekçioğlu kimdir?
1979’da İstanbul’da doğdu. Getronagan Ermeni Lisesi’ni ve Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirdi. New York Üniversitesi’nde Ortadoğu-İslam Çalışmaları ve Tarih bölümlerinde yaptığı doktorasını 2010’da tamamladı. Michigan Üniversitesi’ndeki Ermeni Çalışmaları Kürsüsü’nde bir yıllık Manoogian Doktora Sonrası Araştırma Bursu’nu aldı. Melissa Bilal ile birlikte, 2006’da yayımlanan ‘Bir Adalet Feryadı: Osmanlı’dan Türkiye’ye Beş ErmeniFeminist Yazar (1862-1933)’ kitabının editörlüğünü yaptı. Şu anda, yine Melissa Bilal ile birlikte, 1860-1960 tarihlerinde, on iki öncü kadının hayatı ve çalışmalarını merceğe alan ‘Feminism in Armenian: An Interpretive Anthology and Digital Archive’ başlıklı bir kitap ve dijital beşeri bilimler projesi üzerine çalışıyor. Ekmekçioğlu, Massachusetts Teknoloji Enstitisü’nde McMillan-Stewart Tarih doçenti ve Kadın ve Cinsiyet Etütleri Programı üyesi.