Ümit Akçay
Gazete Duvar
Geçtiğimiz üç hafta boyunca, ekim ayında ABD’de gerçekleştirilen Uluslararası Para Fonu (IMF) ile Dünya Bankası’nın yıllık toplantıları çerçevesinde ele alınan konuları farklı yönleriyle ele aldım. İlk yazıda, neoliberalizmin aşınmasını ve bu sürecin uluslararası kurumlara yansımalarını, özellikle IMF’de araştırma dairesi ile ülke uygulamaları arasındaki açı farkının giderek artmakta olduğunu konu edindim. Sonrasında, uluslararası ekonomik kurumlardan gelen, korona salgını nedeniyle ortaya çıkan ekonomik sorunların aşılması için kamu harcamalarının artırılması ve yeni bir Bretton Woods gerektiği önerilerine değindim.
Son olarak geçtiğimiz hafta, uluslararası ekonomik kurumların bu önerilerinin Türkiye bağlamında ne anlama geldiğini ya da nasıl yankı bulduğunu ele aldım. Burada Erdoğan yönetimi için birikim modeli ile ilgili bir tercih yapmadan ilerlemenin zorlaştığına işaret ettim.(1) Bu hafta ise başladığım noktaya, yani neoliberalizmin sorgulanması tartışmasına dönüp, bunun sadece korona salgını ile oluşan bu özel konjonktürle mi ilgili olduğu sorusunu ele alacağım.
Liberalizmin Uzatmalı Sonu
Kapitalizmin geçtiğimiz yüzyıldaki tarihi, önemli krizler sonrasında ekonomi politikalarında ciddi değişimler olduğunu gösteriyor. Örneğin 1929 Büyük Buhranı sonrasında, kriz öncesindeki hakim politika olan liberalizm itibar kaybetmiş ve kriz sonrasında bunun yerine, farklı gerekçelerle de olsa, devletin ekonomideki rolünün artması gerektiğini savunan bir politika çerçevesi hayata geçmişti. Ancak bu hemen olmadı, 1929 sonrasında ABD’deki ilk politika tepkisi ‘daha fazla liberalizm’ idi, ki bu krizi daha da derinleştirdi.
Her ne kadar ABD’de Franklin D. Roosevelt’in 1936 sonrası uygulamaya koyduğu ‘Yeni Anlaşma’ Keynesyen politikalara yönelse de, bu dönemde Avrupa’da pek çok ülkede altın standardına dönüş çabaları vardı ve bu çerçevede kemer sıkma politikalarına yönelen iktidarlar istisna değildi. Hatta, iki savaş arası uygulanan kemer sıkma tedbirleri ile faşizmin yükselişi arasında ilişki olduğunu ileri sürüldü. Kısacası, hakim liberal paradigmanın değişimi yavaş ve sancılı oldu; değişimin tam olarak gerçekleşmesi ancak İkinci Dünya Savaşı sırası ve sonrasına tekabül ediyor.
Neoliberal Karşı Devrim
Neoliberal karşı devrim 1970’lerin sonunda, Batı’daki sosyal refah devletine ve Türkiye gibi ülkelerde bunun tekabül ettiği ithal ikameci sanayileşme politikalarına karşı yapıldı. 1960’ların sonunda çoktan görülmeye başlanan kâr oranlarındaki düşme eğilimi ve 1970’lerde uluslararası para sisteminin (Bretton Woods’un) çökmesiyle Keynesyen politikaların sorgulanmasını hızlandırdı.
1970’lerde Şili ya da Mısır gibi ülkelerde bazı denemeleri görülen neoliberal politikalar esasında 1980 sonrasında ABD ve Birleşik Krallık’ta hayata geçtikten sonra yaygınlaştı. Bu yaygınlaşmada, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların etkisi büyük oldu. Çeşitli nedenlerle ödemeler dengesi sorunu yaşayan ülkelere dayatılan koşullu krediler yoluyla uygulanan ‘istikrar ve yapısal uyum’ programları, pek çok ülkede ekonomik model değişimini hızlandırdı.
Yukarıda ele aldığım iki değişim, toplumsal güç ilişkileri açsısından farklı dinamiklere tekabül ediyor. İlk değişim, yükselen işçi sınıfı hareketlerinin ve yeni kurulan Sovyetler Birliği’nin baskısı altında gerçekleşti. İkincisi değişim ise, Avrupa’da ve ABD’de 1968 ile zirve yapan toplumsal hareketlerin geri çekilmeye başladığı ve sermayenin karşı hamlelerini yoğunlaştırdığı bir döneme tekabül etmektedir.(2)
2008 Sonrası ‘Zombileşen’ Neoliberalizm
2008 küresel finansal krizi, yukarıda sıraladığım iki önemli kriz büyüklüğündeydi. Kriz öncesi ve sonrasındaki politika tepkilerine bakıldığında, tıpkı 1929 sonrasındakine benzer şekilde, ‘daha fazla neoliberalizm’ ilk ve esas politika tepkisi oldu. Ancak bir türlü beklenen kuvvetli ekonomik toparlanmanın gelmemesi ya da krize karşı geliştirilen bu ana akım politika tepkisinin ekonomik eşitsizlikleri daha da artırması gibi nedenlerle hem soldan hem de sağdan eleştirilmeye başlandı. Bu ana akım politikaları savunan merkez sol ve sağ siyasetler itibar kaybetti. Esasında tarihsel olarak neoliberalizmin sonu çoktan geldi ancak yerini alacak bir alternatif gelişmediği sürece hakim politika olmayı sürdürüyor. Korona salgını, bu konjonktürde ortaya çıktı.
Korona Salgını Sonrası Dönem
Her ne kadar Financial Times’ta hem devletin daha aktif bir şekilde piyasalara müdahalesinin hem de ekonomik planlamanın geri döneceği vazedilse de, IMF ve Dünya Bankası toplantısına hakim olan kemer sıkma politikalarının ‘gömüldüğü’ görüşünün ‘şimdilik’ kaydı ile dile getirildiğini belirtmek gerek.
Zira gerek IMF gerekse Dünya Bankası başkanının yaptığı açıklamalarda dikkat çeken ortak nokta, şu anda içinden geçmekte olduğumuz konjonktürün kendine özgü hatta biricik olduğu, dolayısıyla bu dönemde alınan önlemlerin de konjonktürel olduğudur. Zira ‘mali konsolidasyon’ sürecinin 2021 sonrasında yeniden gündeme gelebileceği şimdiden dile getirilmekte.
Dahası, henüz somut olarak değişen çok fazla bir şey yok. Bizzat korona salgınının yarattığı sorunlarla mücadele için geliştirilen ekonomik paketler sonucunda dünya genelinde en zenginlerin daha da zenginleştiklerini biliyoruz. Artan işsizlik ve yoksulluk ise, mevcut eşitsizlikleri daha da derinleştiriyor.
Yapısal Kriz Aşılamıyor
Epeydir süren emek üretkenliğinin artışındaki duraklama ve buna eşlik eden sıfır faiz politikası ile devasa boyutlarda uygulanan parasal genişleme programları, kapitalizmin yapısal krizinin aşılmasına yetmiyor. Son dönemde ise, para politikasının büyük ölçüde işlevsiz kalması nedeniyle hızla maliye politikalarının devreye girmesi hatta bazı kısmi kamulaştırmalar ya da kamunun zorda kalan firmaların mülkiyetine ortak olması gibi uygulamalar görülmeye başlandı. Bunlar bilindiği gibi daha çok firma zararlarının kamuya aktarılmasına aracılık eden uygulamalar. Bu anlamda bir paradigma değişikliğinden söz etmek zor.
Geçtiğimiz mart ayı ortalarında bu konuyu tartışırken, korona salgını döneminde alınan önlemleri, neoliberalizmin geri dönülemez bir şekilde aşılmasından çok bir ‘savaş ekonomisine’ benzetmiştim. Son sekiz ayda bu görüşümü değiştirmeme neden olacak çok önemli değişiklikler olmadı. O nedenle, neoliberalizmdeki aşınmanın sürdüğünü vurgulamanın yanında, marttaki yazıda değindiğim bir tespitle bu yazıyı da bitirmek uygun olacak: “Ekonomik modeli kapitalizmin ötesine geçecek şekilde yeniden kurgulamak, bunu yapacak bir siyasi aktör olmadan mümkün değil”.
(1) Geçtiğimiz hafta sonu TCMB Başkanı değiştirildi. Pazar gecesi ise Hazine ve Maliye Bakanı’nın istifa muamması yaşandı. Bunlar Erdoğan yönetiminin birikim modeli konusunda bir tercih yapmadan ilerleyemediğinin somut görünümleri olarak değerlendirilebilir. Önümüzde dönemde süreç netleştiğinde bu konuyu detaylı olarak ele alacağım.
(2) Bu iki dönemdeki ekonomi politikası değişiminin gerisindeki toplumsal dinamikleri daha detaylı okumak isteyenler, Ali Rıza Güngen ile yazdığımız ‘Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş: Küresel Kapitalizmin Geleceği’ kitabımıza bakabilir.