Not: Bu yazı Nor Zartonk Dergisinin 10. Sayısında yer yayınlanmıştır.
Arno Kalaycı
Güneş doğdu işte. Kamp Armen Direnişi, 100. kez güneşi karşıladı bugün. Yüz gün önce tam da yüz yıl önceki kılıç seslerinden kaçıp ağaç gölgelerine sığınanların, 1500 çocuğun emanetine, Hrant Dink’lerin yetimhanesine sahip çıkmak için Kamp Armen’e geldik. Atlantisimize.
1915 öncesinde Ermeniler olarak Diyarbakır’dan Harput’a, Sivas’tan Erzurum’a, Bitlis’ten Van’a ve çok daha geniş bir coğrafyada 2000’i aşkın okula, kilise ve manastıra sahiptik.1 Devlet, bu topraklara bir kez daha cehennemi yaşattığında, coğrafyamız Ermenisizleştirildi, okullarımız, kilise ve manastırlarımız yakılıp yıkıldı. Soykırımdan geriye kalan çölde, yaşayabilmeleri için kimliklerini terk etmeye zorlanarak müslümanlaştırılan Ermeniler dışında önemli bir kesim kendi dili, dini ve kültürüyle yaşayabilmek için İstanbul’un yolunu tuttu. İstanbul’a gelemeyenler çocuklarını ve kilise görevlileri ise Anadolu’dan topladıkları yetimleri İstanbul’a gönderiyordu.
Geçmişi ve bugünüyle Türkiyeli Ermenilerin tarihinde yeni birer sayfa açtı Kamp Armen. On binlerce Ermeni aydının ve bir halkın bütün toplumsal birikimiyle topyekün tarihten silinmek istediği soykırımın kılıç artıklarının yaşama sarıldığı, hafızasında Soykırımın izlerini taşıyan o çocukların emekleriyle ilmik ilmik örülen bir yetimhaneydi Kamp Armen. Suyunu taşıdıkları, kumunu yıkadıkları, temelini attıkları, tuğlalarıyla yaşamı ördükleri bir yetimhane. Geceleri birbirlerine sarılıp ağladıkları, acılarını paylaştıkları bir yuva.
Bugünse Kamp Armen, Cumhuriyet’in her yola başvurmanın mübah olduğu baskı ve sindirme politikaları altında ezilmiş, sindirilmiş; kendi diline, kültürüne ve tarihine yabancılaştırılmış bir halkın toplumsal belleğini yeniden gün yüzüne çıkarttığı, toplumsal dayanışmanın önemini hatırlattığı bir direnişe sahne oluyor. Süregelen şiddetli baskı ve sindirme politikalarının ardından bir halk içine kapandığı kabuğuna yeni gedikler açıyor, bu kabuğa karşı yeni mevziler geliştiriyor. Hrant Dink’in öldürülmesi sonrası ortaya çıkan yeni Ermenilik yüz yıllık bir tarihi bugüne taşıyor, “Baykar, baykar minçev artar aşkhar!“* sesleri arasında toplumu, güvercin tedirginliğini terk etmese de ona rağmen, daha çok siyaset konuşmaya, tartışmaya, sorgulamaya ve mücadeleye katılmaya sevk ediyor; tıpkı Hrant Dink’in yaptığı gibi. Bu yanıyla Nor Zartonk’un Direnişi, aslında yalnızca Kamp Armen’in yıkımına değil aynı zamanda Ermeni toplumunun kültürel ve siyasal anlamda yıkımına, yıkılmışlığına karşı da direniyor, halkın desteğiyle yeni ve mütevazı zaferler kazanıyor. Toplum, “Gayink, Gank yev Bidi Illank!”** diyor, yeni bir uyanışla gülümsüyor.
Kamp Armen Direnişi, 100 yıldır konuşulmayanları daha fazla konuşulur kılıyor. Soykırım’ın yetim bıraktığı bir halkın yoksul çocuklarının inşa ettiği Tuzla Ermeni Yetimhanesi, Ermenilerin ve Türkiyeli halkların kendi tarihleriyle yüzleşmesinin bir aracı, yaşadığımız Büyük Felaket’in yegâne anıtı haline geliyor. Hem Hrant Dink’in “Yıkım”2 diye adlandırdığı yaşadığımız bu süregelen Felaket, bugün Kamp Armen’in gaspından ve ona inen hoyrat dozer darbelerinin geriye bıraktığı enkazdan başka daha iyi nasıl anlatılabilirdi? Peki ya tarihimizle yüzleşeceksek bu ülkede, bunun için Kamp Armen’in iadesini ve yeniden çocuk sesleriyle doluşmasını sağlamaktan daha iyi, daha mütevazı bir adım olabilir mi?
100 gün boyunca Kamp Armen’in yetim çocuklarıyla birlikte örülen yeni bir yaşamı inşa ediyoruz. Eşitlikten, adaletten, kardeşlikten ve en çok da barıştan yana bir yaşam. “Bir bebekten katil yaratan zihniyetin” var gücüyle etrafımızı sardığı bugünlerde tam da Hrant Dink’in mirasına yaraşır bir dünya inşa etme kaygısını taşıyoruz. 100 yıl önce özgürlük, eşitlik, kardeşlik ve barış naralarıyla yürüdüğümüz sokaklarda yine aynı sesi yükseltiyoruz. Yani bugün Kamp Armen Direnişiyle duyduğunuz, kulaklarınıza varan bu ses aslında yüz yıllık bir feryadın bugünkü izdüşümü. Biz Ermeniler değil 100 gündür aslında 100 yıldır adalet istiyoruz. Kamp Armen için, Kamp Armen’in yetim çocuklarının emekleri ve hatıraları için, o çocukları yetim bırakan vahşeti yaşayan herkes için adalet istiyoruz. Gasp edilen ve yağmalanan kiliselerimiz, mezarlıklarımız ve mülklerimiz için adalet istiyoruz. Hrant Dink için, Sevag Balıkçı için, Maritsa Küçük için adalet istiyoruz. 100 yıllık bir adalet feryadını bugüne taşıyanlara borçla, inatla, kararlılıkla adalet istiyoruz.
Şimdi, o yetim bırakılmış çocukların hatrına kucaklayın, bağrınıza basın Kamp Armeni, gelin destek olun. O, bizim hikâyemizdir. Suyunda vaftiz olduğumuz derelerimiz, binlerce yıl heybetinde yaşadığımız dağlarımızdır.
Şimdi, Hrant Dink kadar cesur olma zamanı.
Tıpkı onun dediği gibi; “Ölmedikya, alacağız kampımızı…”
—-
* “Baykar, Baykar Minçev Artar Aşkhar” Erm. “Adil bir dünyayı inşa edene değin mücadele edeceğiz”
** “Gayink, Gank yev Bidi Illank” Erm. “Vardık, Varız ve Varolacağız”
1) Raymond H. Kevorkian, Paul B. Paboudjian, 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler, Aras Yayıncılık, 2012, İstanbul
2) Hrant Dink, 90. Yıl Yazıları (I) Ruh Halimdir, Birgün, Kasım 2004