Misak Tunçboyacı
harfvolver.com
Kimliksizleştirilmiş bir ülke bahsinin, bireyleri sadece istatistikî rakam olarak değerlendiren bir tahayyülün enikonu hepimize pay ettiği şey, çok daha büyük yıkımları sineye çekmektir. Tahakkümün zoru ve hıncı diğeri – ötekisi olarak bellediğine bu zulmü günaşırı yaşatmasıyla müstesnadır. Yıkımlar ile sineye çekilecek diye bildirilenlerin ilk elden bu bir örnekleştirilmiş tepkimeler deryasında hayatımızın aslen her ne halde olunduğu kısmını özetlemektedir. Kalıcı olan yıkımların, hala sineye çekilecek meseleler olarak tanımlandırılmasıdır mesele. Defalarca hataları eylemiş, bunlarla, hayatlara ipoteğin alasını koya gelmiş, yakmış, yıkmış ve yok etmiş aklın tezahürü erk, hemen her bahsi, bunca şiddet ve hiddeti hala sineye çekilebilir bildirmeye devam etmektedir. Kalıcılığı kanıtlanan tehditlerin, kabullenilebilir olduğu bildirimine devam etmektedir.
Hayatı yaşamak dört bir yanda dönüştürülürken cam kırıklarıyla ya da hezimetlerle donatılmış olarak değil sadece aynı zamanda, can kırıkları ve kırımlarla yol almamızdır makul bulmamız talep edilen. Onca acı kifayetsiz yetersiz bulunup daha fenaları için zemin etüdünün sürdürülmesidir kayıtsızlık beklenip durulan. Sineye çekilecek ne kalmışsa bunca yıkımlardan sonra onlara dair hiçbir şey söylemeden yola devam etmenin -zaruri olduğunun dayatılmasıdır sineye çekiş için halen öne sürülen. Üzerinde çalışılan her söz ile dile getirilen her veciz ile bu tenkitler düzeninde bir an olsun bu sorgulara yer bırakılmadığını göstere gelmektedir -devletlû artık açıktan. Sözcüklerimiz yağmalanırken bir yandan hayatlarımız açıktan birer hedef haline dönüştürülmektedir usul usul. Bir defada söylendikten sonra unutulan mesellerden değildir bu sineye çekiş istenci.
Her an bütün olanakların peyderpey seferber edildiği, hayat bahsinin artık hiç anılmadığı bir form adına yinelenenlerdir ol istençten türetilenler iş bu sineye çekiş süreci. Gün tıpkı dün gibi yinelenenlerindir. Sabık aklın, fikri sabit tezahürü, şiddeti, eyyamcılığı ve kindarlığı cümlelerden cürümlere dönüştürülür. Cürümler işlene durulurken iç güvenlik yasası gibi el altındaki dayanaklarla gözdağı olarak bunu yaşayanlara o şiddete rağmen nefes almaya gayret edenlere zulmü beraberinde getirir. Zulümler sineye çekilebilecek bir meseleye böylesi hamlelerin birlikteliğinde ilerletilir. Yaşadığımız güncellik tam da bunları teyit eden bir devlet terörüyle hemhaldır. Yaşadığımız güncellik tam da bu anlatmaya çalıştığımız hezimetlerin hiç olmamış gibi değerlendirilmesine çalışan erkânın at koşturduğu bir zemindir. Sözün kırılması, yağmalanması, tükettirilmesi onca acının karşısında sessizliğin artık olağan addedilmesi gibi derin bir yaranın ta kendisidir sineye çekeceksiniz bahsi.
Gerçekliğin tezahüründe ‘duygusal’ bir kırımın da tezgâhta işlenmesine ses çıkartılmamasıdır mesele edilen. Bunları gibi nicesini sineye çekeceksiniz diye buyrulan tehdidin hayatlarımızı mahvıdır sorgusuz, sualsiz bilfiil her fırsatta kafamıza kakılmaya devam edilen. Gün geçmeksizin yeni bir sınavın daha icat edildiği bir menzildir işte bu içinde yaşaya durduğumuz. Biri bitmeden bir başka sınavda yine yeniden benzeş, bir örnekleştirilmiş ezberlerle yüz yüze bırakılmamız. Sineye çekilecek diye anılanlar biraz da bu denklemi teyit eden bir kapandır, hepimizi içine günbegün çekmeye devletin erkin devam dediği bir tahayyüldür. Dört yanımız, her günümüz simsiyaha rehin edilmişken, kalıcı olan tehditlerin güncellenmesidir sineye çekmemiz talep edilen. Geriye tam teşekküllü tekmili birden bir otokratik bir yapım meydana çıkmaktadır.
Sineye çekilecek olarak anılanın toplamı bu karabasanlar sarmalıdır. Yaşadığımız güncellik behemehal, iki arada bir derede sıkıştırılan, tehditlerle bir arada, bina edilendir. Yaşaya durduğumuz sahne; kanıksarsınız, bunu da sineye çekersiniz nasıl olsa denilerek hemen hiç ara verilmeksizin hayata karşı taarruzların zıvanadan çıkılarak yinelendiği bir menzildir. Sözü linç etmek gailedir. Hayatı mahvetmek üzerine çokça kafa yorulandır. Bir günü değil her günü tahakküm ile donatmak bu sıradanlaştırma bahsinden faşizm ile yan yana bırakılan günü inşa etmek devam olunandır. Korunaksız bırakılan fikriyat artık linçe terk edilendir. Diktatör olsaydım şunlar olmazdı, bunlar yapılmazdı bahsi edilirken tam da cümleye noktanın tak diye bırakıldığı yerden devralınan aleni hınçtır, doksan iki yıldır yinelenip durulan.
Bunları da kolayca sineye çekersiniz denilen her gün ol devletin failliğinin, ceberutluğunun, kırımları teşvikinin, katilliğinin yinelenmesidir bahse konu sineye çekin diye buyrulanlar. Totaliter rejim detaylandırılmaktadır. Hiddet ise biat ettirme serüveninde, sıklıkla başvurulan bir deneyimin ta kendisidir. Zül olanın yeniden tanımlandırıldığı deyim yerindeyse bir tek nefesin serbestçe alınıp verilebileceği bir menzil, sineye çekilebilir denilerek takdim edilmektedir. Geriye kalan her şeyde bencil bir tek tipleştirme örnekleri ve özlemi sürdürüle gelmektedir. Bütün parçalanmış, bütünlük daha büyük yıkımların yolunu açmak için devam olunanlardan un ufak etmelerden fark edilebilecektir. Devlet, onun aklı, fikri ve tahayyülü ile hareket eden mekanizması, bunu onayan kesimler, kurumlar, bireyler sivilleştikçe, daha fazla militaristleşen bir yapımı ortaya çıkartmaktadır.
Bugün sözüm ona sivillik ile biteviye zulüm taşeronluğunun başka bir safhası çıkartıla gelmektedir. Devlet bugün yeniden dünü yineleyip duran bir mekanizmanın ta kendisidir. Hayat her nerededir bu bahsin üzerini artık sayısını çok uzun zaman önce unuttuğumuz bir tekerrür edişle birlikte mahvedilendir. Can kırıkları ruhları, aklı fikri ve tözü hacamat etmeye hazır ve nazır olanların yapa geldikleriyle birlikte basbayağı lebalep doludur benliğimizde. Bugün yaşamaya gayret ettiğimiz bu menzilde ne kadar yalnız, nasıl da bir başımıza olduğumuzun nişanesi dökülmektedir bir yandan da. Her gün tekrarlanan bunları da sineye çekersiniz denilerek paylaşılanların bir sonrası can evimizden vurulmak, bir kademe ilerisi mahvolmaktır, silinmek. Bellekten düşürülen, yazgı olarak değerlendirilen her meselede bunlar gelip geçici mühim olan sebat göstermektir denile gelenlerin ardından çevirip şamar indirilecek bir surat kalmamıştır artık.
Yüzümüz kıpkırmızı, kızıla kesilmişken şamarlar daimi bir biçimde inmeye devam ederken sorguların da önünün alınmasıdır içi yakmayı sürdüren bu meseli, sineye çekişi daha bir zora eviren. Sınanışlarla birlikte günümüz mahvediliyor. Dünün tıpkıbasımı gün de ol baskıyla sineye çekilebilir addediliyor. Ya yarın ya daha da sonrası nasıl bir istikamette ilerleyecektir bu muallâkta koyuluyor. Sözün özü, lafın kısası hayat linçinde bu eşiklerden biri bitiyor bir diğeri başlıyor nereye kadar sorgusu öteleniyor. Onu da sineye eksik gedik olmaksızın çekersiniz buyruluyor. Ya söz, ya hayat, ya mesel her şey muamma bir dolu söz havada konuluyor. Gerisi ol bildiğimiz hikâye falan değil daha önce ne kadar aşina olmuş olsak da benzersiz bir kırımla bir başa kalmak olarak yineleniyor. Sineye çekilmesinde anılan had bildirimi günbegün tekrar edilen, dikte edilen, dayatılan oluyor, olduruluyor.
Zalimliğin o sicili, benliği “sivilleşiyoruz” denilen her gün, biteviye daha sabık bir akla rehin edilmektir. O aklın tahayyülü bugünün gerçekliği haline dönüştürülmektedir. Zalimlik; zulmün yinelenmesi sıklığıdır. Bu toprakta kalan bütün müşterek kelamının tarumar edilmesi için her gün yeniden, yıkımla hemhal ettirilmesidir mesel olunması gereken zül ile çıka gelen. Tehditler ile yol alan, tenkitleri açıktan kırımlara dönüştürme mekanizmasıdır sorgulaya durduğumuz. Zalimliği, zül ve hiddeti bütünleştirildiğinde devletin, tüm o can kırıklarını arttırarak cümlelerimizi aralıksız eksiltilmesi yolunun sağlama alınmasıdır ol bahsettiğimiz zalimlik. Müşterek olanın hafızadan ötelenmesindeki hiddettir enikonu. Bata çıka yol almaya gayret ettiğimiz güncellikte, nefessiz konulmaktır mesele. Bunları da sineye çekersiniz denilerek, yinelene gelenler, irindir, kandır, kırımdır hepsini kapsayan mahvetme retoriğidir.
Sözü inatla yarım yamalak koyan ol ezberleri inadına yeniden kullanıma sokan makamın suna geldiği gerçeklikte karşılığı olan şey; zihniyet felcidir hemen hiç amasız ve fakatsız. Bu ülkeye edilebilecek fecaatin boyutlarını gösteren bir meseldir doğrudan. Canavar yaratmaktan kaçınmayan, öteki bildiğine karşı taarruzlarını eksik etmeyen bir yapım sürekliliğidir zihni felç ettiren. Nihai olan pes edişe kadar bu süreci devam ettirmektir felç meseli iş bu menzilde. Can yakmanın nasıl olduğunu iyi bilen devlet o fıtratını dönüştürmek ve geliştirmek söz konusu olduğunda eksiğini her gün bir kez daha yine yeni ve yeniden bu felç etme sürekliliğine sahip çıkarak tamamlar. Gezi Parkı’nda olduğu gibi, Kamp Armen üzerinde de tıpkı bir gölge gibi insanı takip eden, onu “boğan” meselenin tam karşılığı yıkımda yalnız bırakan, çaresizliğini yüzüne vuran bu felç etme istencidir.
“20 Mayıs 1915’te toplanan bakanlar kurulu, Ermenilerin savaş alanından uzaklaştırılması sonrası boşaltılan bölgelerdeki Ermenilere ait emval-i metrukelerin muhacirlere dağıtılması kararını almıştı. Bir şifreli telgraf 12 Temmuz 1915 tarihinde tüm vilayet ve mutasarrıflıklara gönderilerek, iskân edilebilecek muhacir miktarının bildirilmesi ve civarda “temdin ve iskân” edilebilecek göçebe aşiretlerin de bu boş köylerde iskânı istendi.” (İttihat ve Terakki’nin Müslümanları İskân Politikası (1913–1918) Fuat Dündar, İstanbul İletişim Yayınları). 1936 yılında güncellenen Emvali Metruke kaydı dâhilinde yer almadığı bahane edilerek (1962 yılında kurulmuştur Kamp Armen) otuz yıldan fazladır dava üstüne davanın araya girmesiyle gasp edilen Kamp Armen bu felç sistematiğinin önemli sacayaklarından birisidir.
1974 yılında Yargıtay azınlık vakıflarının mülk edinmelerinin “yasadışı’’ olduğuna karar verir. Bu kararın gerekçesinde yer bulan önemli noktalarından birisi azınlıklara ‘‘yabancılar’’ denilmesiydi. 23 Şubat 1979’da Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kartal 3. Asliye Hukuk Hâkimliği’ne başvurarak, Kilise Vakfı’nın elindeki tapunun iptal edilmesini ve arazinin eski sahibine verilmesini istedi. 1987 yılında kadar faal olan Kamp Armen’in geri alınması süreci böylesi bir çabayla söz konusudur. Kamp Armen’in Ermenilerin elinden gaspının tarihçesi bu sistematik kronoloji içerisinde anlaşılabilecektir işte bir kez daha. Malın, mülkün talana ‘milli mutabakata’ sermaye edilmesi bunun biteviye mesaj kabilinden bir halka karşı gözdağı olarak yinelenebilirliği meselidir ol felç etmek. Cana kastın tamamlayıcısı olan geriye her ne varsa, kaldıysa bunu bütünleştiren bir hamledir, karşı karşıya olduğumuz.
Deyrulzafarân Manastırını binlerce yıl sonra rehin belleyen, sonra AİHM kararını müteakiben iade eden, Sansaryan Han’ın geçmişini silip binayı bir işkence haneye dönüştüren sonrasında da yıllarca Vergi Dairesi olarak kullanıp şimdi de bir kenarda çürümeye terk eden tahayyüldür gerçek kılınan felç ettirmeyi gösteren. Hakkâri’deki kiliseyi ahıra, Kayseri’dekini spor salonuna, İzmit’deki yol için istimlâk etmeye, başka bir köşedeki mezarlığı, talana açarak kentsel dönüşüm ibaresiyle yok ederek, mezar taşlarından helânın ‘suyolu’ yapmaya varan bir tekerrür ediştir bu mesele. Kırımın, katlin ve yok etmenin “can” almak kadar, bellekten de def etmek olduğunu gösterendir yaşaya durduğumuz tüm bu taarruzlar yekten bir kere daha. Işid denen çetenin Suriye’den Irak’a Mezopotmaya topraklarında ötekisine ait her şeye düşmanlığı bir zamanların Nazizminin yaptığı Kristal Gece’nin en güncel hali, takipçisi bu topraklarda, iş bu coğrafyada yüz yıldan fazladır sürdürüle gelmektedir felç budur.
Felç etmek çabanın daim kılınmasıdır ortak mesele. 1894’den, 1915’in büyük katran karasına, 1915’den, 1923’e kadar ulaşan tenkit ve tehdidin mahva dönüşümü daim kılınandır. Kırımın her anlamda yok etmekle, sıfırlamakla ve silmekle eş anlamlılığı tescil edilendir. Bu meselenin nihai olan tamamlayıcılarını, Trakya Pogromu, Varlık Vergisi, 6,7 Eylül 1955, 20 Kura Askerlik, Evrak-ı Metruke 2012 dahası her gün öteki bilinenin haddini ve hududunu ona gözdağı vererek yolunu çizen bir akıldır kısadan anlatacak olan. Sorgulamaya davet ettiğimiz bu ülkenin sınırları içinde yok sayılmanın, özünü taşıdığınız bir hayat bağınızın bulunduğunu binlerce yıldır bellediğiniz bir topraktan nasıl inat ve istençle ama illa ki büyük bir kinle yok edilmek istediğinizin detaylardır karşınıza çıkacak, önünüze serilecek olan. Felç ettirdikçe akıldan fikirden çıktıkça devletin her nasıl geçmişin bir suretini yeniden imal ettiği ortaya çıkacaktır.
Oysa Kamp Armen buraya ait olmak demenin ol geçmiş zamana ait değil, şimdiye dair bir örneklemidir gümbür gümbür. Belleksizleştirilme ve yoksunlaştırma ve kimliksizleştirilmeye dair utanç vesikalarından mülhem bir ülkede, bütün o sistematik yıkımlara, yeniden mahvetme çabalarına karşı sözdür, sestir, buradayız demektir bu ülkede bile hala. Kamp Armen geçmişin unutturulması gayretinde yok sayılarak gasp edilerek tükenebileceği varsayılan bir halkın, bu ülkeye tutunabileceği dallardan birisidir. Kendisini ve geçmişini onarmak konusunda çabalarının yüzüncü yılında ağrısının farkında olan, ol yükü ile yaşamaya devam eden bir halk için anlamı sadece bir arazi, mülk meselesi değildir. Bütün bu sistemli kırımlar düzeninde ötekileştirmeye güçlü bir “dur” diyebilmenin odağıdır.
Felç ettiren zihniyetin tüm ihtimalleri hep devre dışına çıkarttığını ilan ettiği, daha birkaç hafta öncesinde soykırım anmasına karşıt olarak bir savaşın acısını dosta düşmana mesaj için kullana gelen bir ülkede hayatiyettir mevzubahis. Kamp Armen birbirine düşman edilen halkların birbirilerinin sözünü nihayetinde duyabileceği, Nor Zartonk’lu “ıngerlerimizin” dediği gibi bak kardeşimin karşılığında, bunca cümlenin özetini oluşturan, meramı görünür kılan bir meseledir. Bugün bu ülke yüz koca yıl sonra, yüzlerce farklı kırımın yarasından sonra bir acının ağırlığı altında, bir kez daha kalmasın diye mühimdir Kamp Armen. İşi gücü para olanların anlayamayacağı işleri güçleri daha büyük düşmanlıklar icat etmek olanların göremeyeceği bir hakikati taşımaktadır o Kamp Armen.
Atlantis Uygarlığı diye Hrant Ahpariğimizin dilinden dökülen, nice çocuğun hayata adımlarını attıkları, inşa ettikleri, dirilttikleri bir toprak parçasını kaybetmemek, onu da yok etmemek en büyük sorumluluğumuzdur. Bir yere ait olabilmenin oranın kökünde kendine yer edinmenin özneleri vardır. Defalarca yok edildik. Defalarca tek tipleştirilmiş o ulus devlet kalıbında kendimize göre yer bulma gayretindeyken, azaldıkça sessizleştirildik. Sesimiz defalarca kesildi, söz hep havada konuldu. Bir kez olsun gözlerimizin içine bakıla bakıla -yüzleşin çağrımız işitilmedi.
Kamp Armen bunca yıl sonra ol sessizliğinden geri dönerken, yok edilmeden evvel bu ülkeye belki son kez çağrısını yinelerken halkının meramını bir kez daha anlatıyor. Buradayız ve hep burada olacağız. Sesimizle, sözümüzle, yaramızı avazımıza katarak, suyun çatlağını bulması gibi birbirimizi bulabilme umudumuzu muhafaza etme gayretiyle buradayız diye ses ediyor ol Kamp Armen. Duyuyor musunuz, Kamp Armen, bin dokuz yüz Ermeni çocuğunun, Tuzla’nın yerleşik halkının onca yıllık hikâyesini duyarak, ses edip, el uzatan, yardıma koşan herkesin çağrısını avaz avaz ortaklaştırıyor.
Gitmeyeceğiz, Yıktırmayacağız, Tükenmeyeceğiz.