Mıgırdiç MARGOSYAN
Evrensel
Kirvem,
Hikaye malum: bundan tamı tamına bin yüz yıl önce (915-921) tarihlerinde Van Gölü’nün ortasındaki Ahtamar Adası’nda Ermeni Kralı 1. Gagik tarafından yaptırılan Surp Haç Kilisesi, Anadolu coğrafyasındaki diğer sayısız “ibadethane”ler gibi, o da Tanrı’nın “kutsal” evlerinden biri olarak kendi halinde işlevini bu adacıkta yıllar yılı sürdürürken, daha sonraları, yine tamı tamına, milimi milimine kilisenin yapılış tarihine denk gelen” bin yıl” sonrasında, yani 1915’te, yani Birinci Harbi Umumi yıllarında, yani seferberlikte, yani Anadolu’daki Ermenilerin, kendilerince “ana kucağı”, “baba ocağı” diye belledikleri, atalarının doğup büyüdükleri topraklardan, günün birinde “tehcire, sürgüne, kıyıma, kırıma” çoluk çocuk “kafile”ler halinde yol aldıkları o “sözde soykırım”ın akabinde, “meçhulistan diyarları”na giden “can”ların ardından geride kalan Ermeni “iz”lerini yansıtan çeşitli tarihi yapılar da”hoyrat”ça yer ile yeksan edilirken, onların içinden belki de minik bir adada gözden ırak, kendi “kader”iyle baş başa kalan bu kilisenin seneler senesi susan çan seslerine, Van Gölü’nü mesken tutan martıların çığlıkları eşlik etti…
Sonra ?….
Sonra “define” arayanların köstebek yuvasına çevirdikleri kilisenin “çile”si sanki yetmezmişçesine, bu kez de Demokrat Parti zamanında, yani “Demirkırat” ın gür sesiyle kişneyip durduğu o devirlerde kimi kiliseler, manastırlar peşi peşine yıktırılıp “moloz”a çevrilirken, aynı şekilde küçücük bir adada yalnız başına melül, mahzun, boynu bükük kalmasını bir türlü sanki içlerine sindiremeyen o günkü “yetkili” zevat, on asırlık bu kilisenin “garip”liğine, yalnızlığına acıyıp, dolayısıyla onu da bir an önce “öte taraf”a yolculamak için 1951 yılının 25 Haziranı’nda tam da kazma, kürek, balyozlarla bu “hayırlı” işe soyunduklarında, belki de Surp Haç, yani Aziz Haç Kilisesi’nin temelinden itibaren bin yıllık sahibi olan Yüce Tanrı’mız, bu “vandalizm”e onay vermeyip, beri taraftan da o yıllarda Cumhuriyet gazetesinde muhabirlik yapan Yaşar Kemal’in kulağına, telgraf telleriyle, ya da güvercinlerin kanadıyla haber ulaştırması belki de bir “mucize” miydi ne!
Nitekim kilisenin yıkılıp yerle yeksan olacağını şu ya bu vesileyle duyan Yaşar Kemal, o günlerde yememiş içmemiş, kapı kapı gezinip, romanlarındaki, hikayelerindeki gibi kim bilir hangi kovuğun içinden, hangi taşın altından, hangi yaprağın gölgesinden çekip çıkardığı sihirli sözcüklerle o günkü “muhterem zevat”a “yanlış yol”da olduklarını, bu kötü “sevda”dan tarih adına, “insanlık” adına vazgeçmelerinin erdemini, yine kim bilir hangi destansı dille vurgulayıp, bunu da becerebildiği için, bugün, bizatihi öncelikle kendi kutsal evine sahip çıkan Tanrı’nın himmeti, yanı sıra da Yaşar Kemal’in dağlar yücesi gönlü sayesinde moloz yığını olmaktan son anda kurtulan Surp Haç Kilisesi, şimdilerde restore edildikten sonra, tıpkı şarkılardaki gibi “senede bir gün” de olsa, “çung- çıring, çing-çurung” makamındaki çan sesleriyle yine martılarla yarışırken,yılın geride kalan diğer günlerinde “müze” olarak ziyaretçilerine “merhaba” deyip haline şükrediyor!..
Kirvem, yaklaşık bir buçuk yıl önce Yaşar Kemal’i Vani-köy’deki evinde ziyaret eden Ermenistan Kültür Bakanlığının yetkilisi, (951-1003) yılları arasında yaşamış ve aziz ilan edilmiş Keşiş, Şair ve Filozof Aziz Krikor nişanıyla birlikte ,ayrıca 1975 yılında Ermenice basılan “İnce Memed” romanını ona sunarken, duygularını şu ifadelerle belirtmişti: “Benim halkım, insani bir bakış açısıyla ve yüzyılların getirdiği birikimle, yeni nesillere hiçbir olumlu adımın karşılıksız bırakılmaması gerektiğini öğretti. Bugün, ben ve arkadaşlarım bunun için buradayız. Ermeni mimarisinin başlıca örneklerinden biri olan Ahtamar’daki (Akdamar) Surp Haç Ermeni Kilisesi’nin yıkımına karşı çıkarak bireysel yüreklilik gösteren birine halkımızın takdir duygularını iletmeye geldik”
Törende konuşan Yaşar Kemal ise, “Binlerce yıllık zengin bir kültür toprağı olan Anadolu, Urartuların, Greklerin, İyonyalıların, Asurluların, Hititlerin, Frigyalıların, pek çok büyük uygarlığın toprağıdır. Bunların biri de Ermeni uygarlığı. Mimariden müziğe, zanaatten bilime her alanda bu topraklarda önemli izler, büyük isimler bırakan bir kültür; bu topraklar aynı zamanda çok büyük acıların, kıyımların toprağı olmuştur. Aleviler, Yezidiler, Süryaniler, Türkmenler, Kürtler ve Ermeniler. Savaş ve kıyımlar her zaman halkların dışında yönetici sınıfların ve tabakaların faydaları uğruna olur. Yaşanmış çok büyük acılar, yitirilmiş çok büyük değerler var ama insanlığın bütün kirlerinden arınması çabası da var. Çabaların en kutsalı da düşmanlıklara karşı koymak, barışta direnmektir. Beni Krikor Naregatsi nişanı ile onurlandırdınız. Şairliği kutsal kişiliği kadar önemli olan, şiirleri bin yıldır yaşayan Narekli Krikor benim hemşerim de. Bin yıl öteden sevgi diliyle seslenen Aziz Krikor Naregatsi adına bir dostluk köprüsü kuran Ermenistan Kültür Bakanlığına teşekkür ederim. Bugün dünya ve özellikle de bölgemiz yoğun bir kavga içinde; inanıyorum ki ortak dileğimiz düşmanlıkların dostluğa, öfkenin sevgiye dönüştüğü bir dünyadır. Her zaman söylerim, dünya birbirini besleyen bin çiçekli, bin renkli bir kültür bahçesidir. Kültürler, silahlı emperyalizme kadar birbirlerini silmeye uğraşmamışlar, birbirlerini beslemişlerdir. Bundan sonra da çiçeklerin, renklerin, kokuların har vurulup harman savrulmasına izin vermeyelim. Dostlukta ve barışta birlikte direnelim”
Kirvem, o gün Vaniköy’ün tepesindeki evinde yan yana dururken tören boyunca kocaman avucuyla elimi sıkıca tutup hiç bırakmayan o “ulu çınar”ı, geçen gün ebediyete yolcularken, “meçhul”e uğurlarken, alkışlar arasından arada bir imbik imbik süzülüp kulaklarımda çınlayan o sesler, belki de Ahtamar’daki Surp Haç Kilisesi’nin görkemli çan kulesinden dalga dalga yükselen hüzünlü çan seslerinin hıçkırıkları mıydı, kim bilir…