Eren KESKİN
Özgür Gündem
‘Ergenekon davası’ kararlarıyla birlikte yoğun bir tartışma başladı.
Büyük bir çoğunluk, ‘adalet’ten söz ederek, kararların ağırlığını dile getirdi.
Ergenekon yapılanması neydi?
Mahkemenin kararları gerçek bir cezalandırmamıydı?
Adalet kimden bekleniyordu?
Bence bu sorulara vereceğimiz cevaplar, tarihi nasıl okuduğumuzun da bir göstergesi olacaktır.
Ergenekon, sözlük anlamıyla, “Türklerin birliği yani turan fikri”ni temsil ediyor.
Böyle bir gizli örgütlenmenin adının ‘Ergenekon’ olması, nasıl bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu anlatıyor.
Ancak, bizlerin asıl tartışması gereken, Türklerin birliğini gerçekleştirmek anlayışının, yani ırkçı turan fikrinin sadece bir örgüte mal edilip edilmeyeceğidir.
TC devletinin kuruluşu, kuruluş biçimi asıl olarak bir ‘darbe’ niteliğindedir.
Temel aldığı Türk ‘İslam sentezci’ ideolojisiyle, çok kültürlü ve çok kimlikli bir coğrafyaya, bir darbe gibi inmiştir.
Türk ve Sünni Müslüman kimlik dışında, tüm etnik ve dinsel kimlikler yok edilmiş ya da yok edilmeye çalışılmıştır.
En önemlisi, TC devleti bir soykırımın ardından kurulmuştur.
Ermenilerin sadece canları alınmamıştır; mallarına, mülklerine, tarihlerine de el konulmuştur.
Ve devlet, onların malları mülkleri üzerinden ‘sahte millî burjuvazisini’ oluşturmuştur.
Yani demek istediğim, TC devletinin tek bir Ergenekon’a ihtiyacı yoktur.
Evet, Ergenekon ‘ırkçı ve tetikçi’ bir örgüttür. Ancak tek değildir.
Ve ne yazık ki Ergenekon davasında yargılanan ve büyük çoğunluğu ‘savaş suçlusu’ olan kişiler, bu kimlikleri ile yargılanmamışlardır.
Bu coğrafyada, gerçekten demokrasi isteyenlerin en büyük meselesi ‘arada kalmışlıktır’.
İslamcılar ve Kemalistler arasında devam eden ‘kapışma’ her alana yansımıştır.
Bu kapışma öyle bir kapışma ki, bir yandan savaş gibidir, bir yandan da birbirlerini büyütmeye yarar.
Aslında onlar, ‘düşman kardeşler’ gibidirler. Birbirleri olmadan var olamazlar.
Arada kalan demokratlar ise hep seslerini duyurmaya çalışırlar.
Ergenekon davası da ne yazık ki bu kapışmanın bir aracı olmasının dışına çıkamamıştır.
Bu davada yargılanan kontrgerilla elemanları, ne yazık ki bu kimlikleri nedeniyle yargılanmamışlardır.
Onlar, aslında hâlâ güçlü olduklarını bilirler. Çok sayıda ‘arkadaşları’ dışarıdadır ve hatta ‘yönetici’dirler.
Onların, kendilerini yargılayanlar ile devletin ‘kırmızı çizgileri’ dışında hiç bir farkları yoktur.
Kürdistan meselesi, Ermeni Soykırımı, Kıbrıs’taki askerî işgal söz konusu olunca milliyetçilikte yarışırlar.
Onların kavgası, ‘bu kirli cumhuriyetin kimin yöneteceği kavgasıdır’.
Bu kavgadan ‘adalet’ bekleyenler ise, bana göre bu sistemi anlamayanlardır.