Misak TUNÇBOYACI
Az zaman değil, biraz biraz hiç değil, kısıtlanmış ya da kısıtlı sanıldığı gibi değil, neredeyse yedi gün 24 saat aralıksız, ilaveten yaklaşık 50 gündür birbirinden farklı olmayan tenkit cümleleriyle karşılaştığımız, “Kontrol bizde sakin sakin” diye durmaksızın hiddetini arttıran muktedirliğin gözünün önündeyiz. Her yeri donattığı dijital gözlerinin kayıt altına aldığı, “Emir demiri kesir” veczini haklı çıkartan, “Vur!” deyince de suyunu çıkartıp plastik mermilerin havada uçuşturan, “Gazla!” deyince can almayı hâlen akıldan geçiren bir mekanizmanın alenen harekete geçirildiğini onaylayabilmek mümkündür. Tanığıyız bu kör şiddetin. Sözcüklerinden, telaffuzlarından eksik etmediklerinin sokaklarda vuku bulan tepkimeye hiddetle ayar çekmelere ve can almalara karşı nasıl yekpare bir mermer olduğunun da altını kalınca çizmeliyiz. Hem de hiç unutmamacasına, hem de akıldan çıkartmaksızın biteviye, sürekli.
Bir yerinden ya da bir yöresinden başlanacaksa anlatmaya yaşadığımız, onca Gezi güncesini uzun uzadıya, az biraz da bu kurum bağlayan dilin eylediklerinden yola çıkararak ilerlemeliyiz. Akla gelenin teyide ihtiyaç duyulmaksızın, şak diye söylenegeldiği, başbakan danışmanlarının sanal agoralarda önce nabız yokladığı, duruma uygun bir karşılık ya da tepkimeye göre şeklinin nihayetlendirildiği bir mevhumla yan yanayız. Otpor, faiz lobisi, telekinezi, çekemeyenler vs. şimdi bu kadar günden sonra hâlâ hakaretin en büyük tutundukları dal olarak zihinlere yer etmiş olanı diklenmeyip, dik durduklarında muktedir cenahının eyledikleri sadece satır başlarıyla okunduğunda basbayağı ülkenin hâli de ortaya çıkacaktır.
Hizaya geçilecek, geç; kırmızı çizgiler aşılmayacak, aşma; ağaç, doğa falan demekten bir özenle kaçınılacak, kaçın; öldürülen canlarımız var bunlarla ilgili adli kovuşturmalar ne alemde diye sorma, sus; çünkü her şeyin en alasını bilen devletimizin sahibi, muktedirlerimiz hepimizin bu suallerini, sorgu ve tahayyüllerini bir anda karşılaşayabilecek kadar mesaj alındı bahsinde olduğu gibi, anında geri dönüş sağlayacak kadar engin bir mevhum değil. Oraları hiç kurcalama. Bu basının hâli nedir diye zırvalama. Hayır, hiç öyle değil kazın ayağı demeye kalkma çünkü oraya da laf-söz edersen kesin bu ülkenin demokratikleşmesine müdahalede bulunanlardansın. Şucu ya da bucusun en olmadı öcüsün!
Hakir görmelerin, hakaret etmelerin nerede boşluk var oralarda iki satır laf denk getirmelerin altında, yanında hep bu bildiğimiz teranelerden siz susun (halka) -milletin seçilmişleri, atanmışları konuşuyor tebaasının zulmü mevcut. Belgeli ve teyitli. Yaşadığımız kentlerimiz, soluk aldığımız mahalle, voltalayıp durduğumuz sahillerin, sokağımızın, çehremizin, yanımızın ve yöremizin nasıl bile isteye ranta kurban edildiğini gördükten sonra, bir şeylere teşne olunca alınacak yanıtın ve geri dönüşün yukarıdaki gibi bir sığlıktan gayrısı olmayacağı muhakkaktır. Gel gelelim işte burası Türkiye. Her an hakkınızın gasbı söz konusu edilebilir.
Bir kulp bulunduğunda, savunmaya çalıştıklarınız, sözcükleriniz nasıl ve hangi şartlarda edilmişse, birleşmişse birleşsin bu ‘kutsal devleti’ yıkmaktan gayrısı olmadığı gibi bir abuk subuk darbe teşebbüsü ile bile ilintilenebilsin. Dedik ya burası Türkiye diye. Özgürlük mevhumunun 11 yılda nasıl dönüştürüldüğü, ne hâllere konulduğu bunca afakiyken, işin yanisi kabak gibi meydandayken, hâlen eskilerin putlaştırdığı veçhe ve mesellerin yeni sürümlerine anında ikiletmeksizin sahip çıkanların sana/bana söz hakkı verebileceğini tahmin eder miydiniz? Hiç böyle bir şey düşünür müydünüz? Tabi ki yanıt olumsuz. Bir tabi ki sözcüklerimizin, cümlelerimizin yanıtları hep grilerle hemhâl. Hep muammalara terk edilmekten kaçınılmayacak kadar alelacele bir savunmalara rehin.
Yaşadığımız güncenin getirdiklerinde, gözümüzün önünde toparladıklarına baktığımızda, sadece bakabildiğimizde bütün bu mevhum boyunca denk getirdiklerimizin toparlayıcısı bir özetleyiş karşımıza çıkacaktır. Sözün ve fikriyatın, eylem ve pratiklerin hemen tümünün, hemen hepsinin bir kenara fırlatılma gayretkeşliğinde her an bir deneyimin kendisini aklımıza mıhlamaktadır. Mıh diye yerini sağlamlaştırmaktadır. Vasatlığın, görünen köyün kılavuza ihtiyaç duymadığı bu ülkede, sözün işitilebilirliği hâlen öncelikli bir meseledir. Onu ya da bunu değil, sadece ona ya da sana ait bir şey değil, benim ya da onların değil bizim, hepimizin; ortak müştereklerimizin, asgarinin ortak aklın suna geldiklerinin peşi sıra avaza tutunmak hayat için çabalanma griliğin bet beniz atan unsurlarına, daraltılmaların topyekûn taaruzlarına karşın Taksim’in, Gazi’nin, Armutlu’nun, Ceylanpınar’ın eylediklerine ortak olmaktan geçmektedir. Bir kere daha ama son kez değil.
Biteviye tekrarın durmaksızın öne sürülenlerin “Tencere tava hepsi bir hava” karşı koyuşunun, “Cezasını devletten beklemeyin kendiniz verin” yollu savunuşun, aba altından sopa sallamaların, gün aşırı gözaltıların, “Neticesiz harplerin hiç bitmeyecek olan korkun bizden!” diye sayıklanmaların, yapılanların edilenlerin hepsinin dile getirdiği faşist tahakküme rıza gösterilmeyeceğine uyanmaktır elzem olan. Bir kere daha ama son kez değil. Adaletsizlik makamı kendi utanç vesikası tarihinde yeni eşiklerde ilerlemeye devam ederken, adil olanın hakkaniyetli olanın ne olduğu bütün bu kaydedici gözlerin önünde vuku buldurulan kıyamların kimlerin elinden olduğu kısmını açık etmekten geçmektedir. Kurtuluş yok tek başına ya hep beraber ya hiçbirimiz.
Saiklerin, ortaya konan iradelerin, falanlı, filanlı yaklaşımlarla şüphe duyulmaktan gayrısını akla getirmeyen bir önyargısal sabıklıkla karşılandığı mevcut iktidar ve avanesinin güncesinde, gündem diye yutturmaya çalıştıklarının hemen ötesinde hayatımızı nasıl şekillendirmek istediğimiz, kendi kararlarımızı kimselerin itmesi, çekmesi ve ötelemesi durmaksızın kafamıza kafamıza kakmasıyla değil, özgür vicdanlarımızla almayı düşünebilmenin arafındayız, kararlıyız yetebildiğimiz kadarıyla. Birlikte, bir arada. Bir kere daha söze katalım. Bir kere daha yineleyelim. Kentlerin şantiyeleşmesinin böyle hunharca, alelacele hâlâ inandıkları gibi bir medeniyet göstergesi, seviye atlatma sacayaklarından birisi olmadığı artık alenidir şimdi belirgindir.
Gezi Parkı’nın yerine Topçu Kışlası’nın yapılmasıyla ilgili olan 6. İdare Mahkemesi’nin verdiği yürütmeyi durdurma kararı, Bölge İdare Mahkemesi’nce iptal edilmesi üzerine haberler sunulurken, ağ üstünde bu daha bir manalıdır. Yolların, geçitlerin hemen hemen yeşilin nüfuz ettiği her alanın bir şekilde dönüştürülmesi, bu ve benzeri hamlelerin ardı arkasının gelmemesi karşısında her şey yeniden başlıyor. Gözden çıkartılan Gezi Parkı’nın yanında denizin artık göstere göstere doldurulduğu, “Miting alanı yapıyoruz değerli vatandaşlarım” diyerek ucundan bilgi bile edinilebilen Yenikapı sahilindeki denizi dolduruyoruz, mütemadiyen denizi de betonlaştırıyoruz hamlesinin her gün biraz daha fazla eylediklerini de gözardı etmemeliyiz.
Kıyamın her türlü örneği bu iktidar güncesinde mevcut. Kanıtlarıyla beraber. Bir kaç tıklama mesafesinde, bir toplu taşıma aracı mesafesinde aralıksız sürdürülmekte paylaşalım. Yedikule bostanlarının İstanbul’un son kalan organik ekim alanları diyebileceğimiz bir sahanın da zapturapt altına alınmasını da üzerine ilave etmeliyiz. Her yanımız işgal edilmekte neo-liberal mekanizmanın çarklarına çoktan kendilerini teslim etmişlerin, fasaryalarında, boşboğaz lakırdılarında yer vermedikleri, veremeyecekleri şeyler gündem diye ana akımdan muştulananların yanında, hemen yanı başında bütün hayatlarımızı dönüştürmeye devam ediyor.
Vurgulamalar güncelliğe dair klişelerden ibaret, her türlü teyakkuz durumunda koruma kalkanları devreye alınacak, ezberlenmiş olanın tekrar edildiği biteviye ileri sürüldüğü bir kelime dağarcığı hâli dâhiline güç kullanılarak, itiş ve kakış sıkıştırılmışken, meramın ne olduğunu anlayabilmek için türlü çeşit yolların arşınlanmasının gerekliliği ortadadır. Bakabilmek için önce görmeye ihtiyaç, ayabilmek için olan bitene ve tüm bu rutin gibi görünen ama ve lakin her şeyin hesaplı kitaplı olduğu, düşüncelerin toptan yok sayıldığı, ne biliyorsak odur bağnazlığına bayağı koşulsuz şartsız teslimiyetin referans olarak gösterildiği bir yerde yaşayabilmek, hem eskisinden de zordur, hem de inanılmaz bir biçimde kendiliğinden yeni yolları keşfedebilmek için bir yol göstericidir.
Hâlimiz, erk ve payandalarının hepimizin yerine sınırlandırmaya çalıştığı düşünselliği bir kenara koyan onu da en iyi biz yaparız hiddetlenmesine karşı bir çıkıştır. Daraltılan, kelimenin tam karşılığı kadükleştirilen, yoksunlaştırılan, ıssızlaştırılan bir zaman mevhumunda olan bitenin arasında aslen neyin vurgulanması gerektiği hatırlatılacak olandır bir daha. Bugün başlangıçların bir başka arafında, kelamların basit bir tepkime değil de yılların birikimi olduğu, belki bir nebze daha kolay anlamlandırılabilecektir. Her türlü tahakküm bu ülke sathında sergilenirken, alelacele kanun hükmünde kararnamelerin, yetkilendirmelerin, torba yasaların, yargıların, yaftaların vs.nin bu durumu derinleştirdiğini ilave etmeliyiz. Denk getirilenlerin, vuku buldurulanların tamamına yakınında bu hesaplı kitaplılığı çözümleyebilmek mümkündür. Böyle olduğu aşikârdır.
Alelacele kotarılan, bilinçli olarak gerçekliğe evrilen, kesintisiz bir biçimde devamlılığına çabalanılan, kırmızı çizgileri muhafaza etmeye ant içmiş bir Türkiye gerçekliğidir. Bütünde ortaya çıkan her ne kadar yeni takısı kullanılsa da bizahati o eskinin vehametinin, tek tip söyleminin hâlen kullanılması çabasıdır. Bunun devamlılığıdır! Bunun hoyratça sahiplenilmesi, sahip çıkılmasıdır. Tepe tepe kullanılmasıdır. Oysa karşılaşılan zulümdür sokaklarda gün geçmeksizin handiyse polis devleti hâline dönüştürülmemizin, dün askerin eylediğini bugün başbakanın yönlendirilmesiyle bir kere daha sahnelenmesidir. Özet geçecek olursak, dünün vehameti bugünün griliğinin kendisidir.
Bayrak satıcısının da, bir akademisyenin de, bir gazetecinin de, bir oyuncunun da ya da yazarın da yahut sadece bir yurttaşın endişelerini paylaşabilmesi, geçip aştığı korkuları, o eşiklerin ardına gerisin geriye çekilebilmesinin yollarının yeniden tanzim edilmesi gayretidir. Vuku buldurulan resmin genelinde bunca gün sonra özetlenen. Her “Yok artık bu kadarı da olmaz” dediğimizde yeni bir tahakküm vesikasının tanziminin tutunulacak dal olarak, gidilecek yol olarak bellenmesindeki kadük bakışa dikkatleri çekmektir. Bir kere daha ama son kez değil. Müşaade altında bulunan ve bugün uyanan Mustafa Ali Tombul, geçtiğimiz günlerde hayata dönen ama artık konuşamayan Lobna al Lami ve Berkin Elvan gibi nicelerinin hayata tutunma mücadeleleri sürerken oluşturulan kahır eksen devlet eliyle kotarılan taciz parametrelerinin, “Ne işleri varmış Gezi eylemlerinde” sözlerinin insafsızca sarfedilebilmesine illallahtır değinmek istediğimiz!
Meşruiyet lime lime edilirken, mahremiyet altüst, masumiyet karinesi dümdüz edilip yağmalanırken söz gerekli olandır. Belki unutulanları hatırlatacak. Bir kere daha vesile teşkil edecek. Meram avazken, sözlerden mürekkepken gelen yanıtların gözaltılar, tutuklamalar, baskınlar, sansür girişimleri, eli sopalı linç güruhları ya da paramiliterler ve halklar arasında cepheler, ayrışımlar oluşturmak için teşebbüsler olduğunun, yine, yeniden bildirilmesidir. Bu küçücük ekranlardan görünmeyen, anlaşılamayan, o sokaklara yansıtılmak istenen bizahati Gezi ruhunun üzerine üzerine salınan bunlardır böylesi bir kıt akıllıktır vesselam. Evrilip, çevrilip günün ve gündemin, yol ve yordamdan bile isteye uzak kalınmasının, utanç vesikalarının bina edilmesidir.
Döndürülüp, dolaştırılıp aynı kelamların zikredilmesi, birbirinden farklı olmayan tahakkümün her an çeşitlendirilmesidir. Bugün ona denk gelen yarın sana ve bana hepimize uzanabileceği döv-letçe taahhüt edilen, hiç bitmeyecek gibi savlanan, zerre-i miskal mesajların alınmadığını, sözün işitilmeyeceğinin tam ve eksiksiz görünür kılındığı bir süreçtir yaşadığımız şimdinin özeti. Her yere bol keseden dağıtılan aklın fikrin kendi ülkemiz söz konusu olduğunda nasıl bir kenara itildiğini, bugün için demokrasi pratiklerinin hemen tümünün lime lime edildiği ve ortada bir daraltma ve suskunlaştırma devamlılığından gayrısının konulmadığıdır nihai özet. Ezcümle.
İnsanların canlarını sıkmak söz konusu edildiğinde, devlet geleneğinin nasıl elini korkak alıştırmadan tahakküm araçlarını ve hamlelerini bir arada kullana geldiğini, rıza üretmenin yollarını karşıt propagandadan geçildiğini örnekleyen her şey bu değinilerimizin toparlayıcısı olacak nihai bir vesikadır. Söze bir kere başlamaya görsün muktedir, “Her şey siyah ve beyaz ya oradasın ya bunlardan ya da bizimlesin, fikir teatrisinde bile benim dediğim, bildiğim olur; verdiğim, onayladığım olur ötesi yoktur” kestirip atmalarının yer aldığı vesikadır. Budur. Söylemler ve beraberinde eylenenler bu ülke gündeminde her ne varsa kabak tadı veren bunun hâlen komple kullanılmaya devam edildiğini, endişe tahlilleri dizi dizi dizilirken bile direniş güncesinde ve sonrasında denk getirilen sözlerden hâlen bir haber kalındığının aynalyıcısıdır. İfşa alanıdır.
Cana kasıtlarla beraber, doğaya, toprağa, yaşadığımız kentlere, o kentlerin yaşayanlarına daha yapılacak fenalıkların tükenmediğini yumurtlayandır apaçık malumun ikrarı ve ilamıdır. Beş kişi polise mukavemetten hayatlarını kaybeder, kayıtlar ve bir dolu tanıklık ortada söz meydanlarda her şey ulu ortadır, adaletin tecelli ettirilmeyecek olması da bu aralıkta iliştirilendir. Göze çarpandır. Böylesine ve daha fazlası yaralayıcı bir o kadar da nerede yaşadığımızı teyit eden bir görüngü hasıl olmaktadır. Budur. Dünü şimdide yeniden yaşamak, gizlisi saklısı olmadan bir kere daha biat edeceksinizlerle karşılaşmak hem vehametin, hem de körlüğün nasıl hiçbir şeye kulak vermeyen bir zorbalıkla şekillendirildiğini izah eden bir tecrübenin kendisidir.
Sadece Taksim’de, Gazi’de, Kızılay’da, Kordon’da, Dersim’de, Lice’de, Armutlu’da veya Ceylanpınar’da oralardan ibaret değildir yaralanışımız. Yaralandığımız yer bütün ülkede makus kaderimizin ayrıştırılmazlığının kendisidir. Her yerdir. Şiddet mevhumunun nasıl sineye çekilebilir bir şey olarak değerlendirilip, hâlen ileri sürülebilen bir araç olarak devletlunun sahip çıkmasındandır yaralanışımız. Sözün paha ve anlamını tarumar etmek için en olmadık yakıştırmaların pekliğindendir yaralanışımız. Her şeyin en’i olmaktan kıvanç duyan iktidarın en gaddarlığı gören gözlere rağmen sürdürmesindeki inattandır yaralanışımız. Mustafa Ali Tombul, Berkin Elvan gibi haberdar olduklarımızın yanında bi’haber kaldığımız nice yurttaşın tedavileri boyunca ve şimdi hâlen polis şiddetine, göz korkutmalara maruz kalmalarındandır yaralanışımız.
İktidar dilinin kötürümlüğündendir yaralanışımız. Söz uçacaktır, belki sokaklar boşalacaktır ama yazı kalacaktır elbette. Her yer ranta peşkeş, her yer muktedirden olmayana azap, her an basbayağı tahakküm ile donatılırken, “Günü kurtardık yarına Allah kerim” diye bahsedilen laflar da unutulmayacaktır. Anlatılan, hepimizin rolünün bir mizansen değil gerçeğin, hakikatin ve vicdan muhasebesine mesken olunan, asıl meramın kendisi olandır. Gıybetlerini ulu orta sergileyenlerin yalanlarına karşı tek sığınağımızdır bu anlatılanlar. Yitirilen, zaptedilen, yağmalanan, yaftalanan, biçar bırakılan, böyle yekten tefe konulan bir muhalefet bir dolu muhabbettir söz, anlatmaya çalıştığımız.
Hep beraber yazdığımız. Bir artıp bir azalan, durmaksızın baskının başka hâlleri, her hallenişin insana karşı kasıt evrelerinde ne eksik kalmışsa, onun tanzimine çabalanılan, boyuna ilavesi gerçekleştirilen bir mevhum ile donatılmakta bu ülkenin şimdisi. Kesintisiz bir biçimde tavır denile gelenlerin, yok sayacağız ve yok edeceğiz ekseninde ilerletilmesidir, can kardeşim bunca vehamet boyuna gıybet bir dolu adaletsizlik, hiç sekmeksizin yinelenen yalanlar ve dolanların arasından kendimize, o eskiden aşina olduğumuz şimdi bir yerde ütopya diye seslendirilen hâlâ öyle diye belletilmeye çalışılan başka bir günü kotarmak, başka bir güne uyanmak çabasında neredeyiz? Hangi evredeyiz! Düşünelim mi? Hiç değilse bir beş dakika düşünelim mi? Meramımız sualimizdir…