Arat Dink
Kamp Armen’de oynadığımız çocuk oyunlarından biriydi bu; Yerusağem-Yeriko… Türkçesi ‘deve-cüce’ymiş, çok sonra öğrendim. Yerusağem, yani Kudüs… Yeriko, yani Eriha… Belli ki oyun bu ismi iki şehrin rakımları nedeniyle almış. Kudüs yüksekte, Eriha ise epeyce aşağıdaymış. Bu evrensel oyunu herkes bilir. Kuralı basit; “otur” denince oturacağız, “kalk” denince kalkacağız. Şaşırırsak oyundan çıkarılacağız.
Bugünlerde “eve gir” dediklerinde girmemiz, “çık” dediklerinde çıkmamız gibi düşünün.
Bu iki şehrin adları İncil’de bir ayette geçer: Pari Samaratsi (İyi Samiriyeli). Şu kadim “Komşunu da kendin gibi seveceksin” buyruğundaki ‘komşu’nun kim olduğunu açıklayan bir kıssa. Bir adam, Yerusağem-Yeriko yolu üzerinde soyulup dövülmüş, yarı ölü bırakılmıştır. Yolda yürürken rastlantıyla gördüğün bu tanımadığın insandır işte o ‘komşu’. Kendin gibi seveceğin ‘komşu’…
Istırap içindeki adamcağızı görüp yolun diğer tarafından yürüyen din adamı ve sonra aynı şeyi yapan Levili’nin aksine, adamın yaralarını yağ ve şarapla saran Samiriyeli örnek gösterilir. ‘Samiriyeli’ denmesi boşa değil; gelenekleri ve inançlarının farklılığıyla o zamanlar ‘biz’den sayılmayandır o. Yani özellikle hor görülenin iyi davranışı örnek gösterilir ‘komşusunu kendi gibi seven’e. Özetle, iyilik tüm dinleri, tüm kavimleri ve tüm mertebeleri yatay kesen başka bir değer olarak konur önümüze. Bu, bize düşen hisse…
Bu yazı yazıldığında, Filistinlilerin yaşadığı zulmün 10 Mayıs’ta başlayan yeni perdesinde, ölü sayısı 192’ydi. Ölenlerin 34’ü kadın, 58’i çocuk.
Önce şunları söylemek farz: “Dişe diş, kana kan, intikam intikam!” veya “Oluk oluk kan aksa kurtulacak El Aksa” gibi sloganlar olduğunu unutmadan ve asla bunlarla yan yana düşmeden, Türkiye’de nüfusu maalesef çok azalmış olan Yahudi toplumunun tedirginliklerini de görmezden gelmeden konuşmalıyız, ne konuşacaksak. Özellikle etrafındaki ‘çoğunluk’la benzer düşündüğü konularda dikkat etmeli insan diline. Hele ‘akıl’larına hemen Şalom gazetesinin internet sitesi gelmiş bilgisayar korsanları varken.
İyileri de unutmayalım; dünyada Filistin meselesine karşı duyarlı tavır ve İsrail protestoları, yeterli olmaktan uzak olsa da, artmış görünüyor. Dünyanın birçok şehrinden “ambargo” ve “hukuki yaptırım” çağrıları yükseliyor. Hele İsrailli muhaliflerin yükselttiği seslerin güçlenmesi, umudun en güzel adresi.
Öte yandan, yine koca koca devletlerin yetkili ağızlarından hüzünlü açıklamalara, kınamalara ve şiddetle kınamalara tanık oluyoruz. İsrail sözlerine, yüzlerine değil, ellerinin ne yaptığına bakıyor tabii ki. Elleri hareket etmiyorsa, ‘yapma’ demek ‘yap’ demektir, bir başka kadim bilgiye göre. Eller vanalara gidiyor mu, ona bakılıyor.
Bugün hayat denen şey bir altyapı ağı üzerinde var oluyor. Altyapıdan genelde su, elektrik, kanalizasyon veya iletişim şebekeleri anlaşılır. Oysa altyapı daha derinde, silah, uyuşturucu ve petrol ağlarını da içeren tüm ticari operasyonları, kara para yıkama sistemlerini de kapsıyor. Altyapı yerin altında demek değil, o da bir kelime oyunu. Dünya yüzeyini ‘altyapı mekânları’ giderek daha fazla kaplıyor. Bize ayrılan yer daralıyor.
İsrail Devleti ve sermayesi de (ki ikincisinin pek milleti yoktur) bu altyapı ağlarının en önemli boğumlarından birinde bulunuyor. Hatta önemli müteahhitlerinden biri olduğu söylenegelir. Son günlerde kokusu burnumuza kadar gelen, bizim güzide devletimizin hâlinden pay biçin. Meraklanmayın, tıkanıklık açılır, bir yel eser, yine unuturuz.
İster Siyonizm, ister Turan, isterse Büyük Ermenistan olsun adı. Bunlar da hokkabazın “bak” dediğidir, malumunuz. Gemilerini, bu kurmaca ‘biz’ sularında yüzdürürler hep. Bunlar gibi nostalji filtreli sahte gelecek düşlerimizle şişirirler yelkenlerini. Makine dairesi harıl harıl işler. Çocuklar ölür.
Oysa öyle silaha külaha sarılmaya da gerek yoktur. Belki bir vanaya uzanan bir güçlü el bile yetebilir akut vahşeti zamanında durdurmaya. Umarız hemen olur. Diyelim oldu, peki ya sonra?
Sonrası aynı hayat. Yediğimiz her lokmada kan tadını bastıran bir tatlandırıcı, telefonda sevdiğimizle yaptığımız her konuşmada acı çığlığı filtreleyen bir şirket kulağı olan şu hayat… Kıyımıza vuran çocukları unuttuğumuz şu hayat… O hayat, o altyapı sistemine göbek bağıyla bağlı hâlde yaşanmaya devam edecek.
Ta ki biz, “otur” dediklerinde oturmaktan, “kalk” dediklerinde kalkmaktan vazgeçip, bir gün şu ‘Yerusağem-Yeriko’ oyununu bozana kadar…
Kaynak: Agos