Oral ÇALIŞLAR
Radikal Gazetesi
Günümüzden tam 100 yıl önce Adana vilayeti ve çevresinde büyük bir katliam yaşandı.
O dönemin İttihat ve Terakki iktidarının kabulüne göre olaylarda 15 bin Ermeni öldürüldü. Ermeni kaynakları, bu rakamın çok daha yüksek olduğunu iddia ediyorlar. Hangi kaynak/yaklaşım baz alınırsa alınsın, binlerce Ermeni’nin ve 1500 kadar da Müslüman’ın 1909’un nisan ayında Adana ve çevresindeki olaylarda öldürülmüş olduğu, objektif bir gerçekliktir.
İki günden beri, Uluslararası Hrant Dink Vakfı’nın İstanbul’da düzenlediği sempozyumda, ‘Adana 1909 Olayları’ hakkında araştırma yapan bir grup akademisyenden (akademisyenler arasında Türkiye’den, ABD’den, Fransa’dan, Almanya’dan, Yunanistan’dan, İtalya’dan, Kanada’dan gelen isimler bulunuyor)
o tarihte neler olup bittiğini dinliyoruz.
Adana’daki katliamın ilginç tarafı, İstanbul’daki ünlü 31 Mart ayaklanmasının gerçekleştiği günlere denk gelmiş olması. Harekât Ordusu’nun İstanbul’a girmesi, Abdülhamit’i tahttan indirmesi, İttihat ve Terakki’nin iktidarı ele geçirmesi gibi olaylar/gelişmeler de aynı günlere denk geliyorlar.
Bu nedenle, Adana’daki katliam, bazı yorumcular tarafından ‘gerici güçler’in Adana’da da ayaklanması şeklinde değerlendirilmiş. Başka bazı kaynaklara göre ise bu olaylardan Jön Türkler yani İttihatçılar da sorumlu. Araştırmacılar bu yönden net bir şey söyleyemiyorlar. Ancak sempozyumda ortaya koyulan yaklaşımlar, Adana olaylarının, İttihat Terakki’nin daha sonra yapacağı birçok katliamın, gizli kışkırtma planlarının, çeteciliğin vb. izlerini içinde barındırdığı yönünde.
O zamanki İttihatçı iktidarın, Meclis’in de bastırmasıyla Adana olaylarını araştırmak amacıyla bir komite (ki bu komitenin içinde o dönemin Osmanlı Meclisi Mebusanı’ndaki Ermeni milletvekilleri de görev almış) görevlendirmiş olduğudur.
Bu dönemin önemli bir özelliği, İttihatçıların içinde Ermenilerin de olmasıydı. Olayların ardından Adana’ya vali olarak gönderilen İttihat Terakki liderlerinden Cemal Bey (Paşa) olaylara katılmakla suçladığı Ermenilerin yanı sıra Müslümanları da idam ettirmişti.
Adana’daki katliam bir grup işsiz çapulcunun işi miydi, yoksa kentte önceden planlanmış ve tezgâhlanmış mıydı? Araştırmacılar, olayın başlatılmasında çapulcuların kullanıldığını kabul ediyorlar. Ancak her şeyin önceden ve adım adım planlandığına işaret eden ciddi veriler bulunduğunu da ortaya koyuyorlar.
Konuşmacılar, İttihat Terakki’nin olaylara müdahale amacıyla gönderdiği askerler konusunda bazı yorum farklılıklarının bulunduğunu da vurguluyorlar. Bazı saptamalara göre askerler özellikle kırlık bölgelerde katliama katılmış ve ortak olmuşlardı. Raporlardan, Makedonya’dan gönderilen askeri birliklerin daha özenli davranmış olduklarını da görüyoruz.
Araştırmacılara göre, Adana katliamının dikkat
çekici taraflarından birisi de bir hafta gibi kısa bir
sürede 30 bine yakın insanın öldürülmüş olması.
Bu katliamın, o dönemdeki diğer büyük çaplı katliamlarla karşılaştırıldığında bile, öldürülen insan sayısı açısından öne çıktığı belirtiliyor.
Sonuç olarak, tarih, Adana’da binlerce Ermeni’nin öldürülmüş, mahallelerinin yakılıp yıkılmış, kiliselerinin ve okullarının kullanılmaz hale gelmiş olduğunu yazıyor. Tarihimizin önemli dönüm noktalarından birisi olma özelliğini taşıyan bu katliamın yok sayıldığını ve görmezden gelindiğini görüyoruz.
Ben Tarsusluyum. Aynı gün Tarsus’ta da benzer saldırılar meydana gelmişti. Bunları Tarsus’taki yakınlarıma ve ailenin büyüklerine sorduğumda kesin bir bilinmezlikle karşı karşıya kaldım. Aynı tabloyla Adana’da da karşılaştım. 15-25 bin insanın öldürüldüğü, şehrin merkezindeki mahallelerin yakılıp yıkıldığı olaylar hafızalarda hiçbir yere sahip değildi.
Adana 1909 olaylarının 100 yıl sonra irdeleniyor olması, tarihçilerin bu konuyu belgelere dayanarak araştırıyor ve tartışıyor olması, bu açıdan önemli. Bununla birlikte, bu ülkede tarihle yüzleşmek konusunda önemli bir yol alındığından söz etmek için elbette ki henüz çok erken.
Tarihimiz, yalnızca zaferlerimizden ve uğradığımız haksızlıklardan ibaret değil. Bu coğrafyada sadece kahramanlık destanları yazılmadı. Bu coğrafyanın tarihi birçok farklı şeyi de yazıyor. Tarihimiz, içinde suçlar ve acımasızlıklar da barındırıyor. Yapılan araştırmalar, bizi bu gerçeklerle adım adım yüzleştiriyor.
Bu konular gündeme geldiğinde bazı çevrelerin rahatsız olduğunu biliyorum. Bu rahatsızlığın bazı nedenlerini anlayabilmekle birlikte, ona anlam vermekte, onun arka planındaki psikolojiyi tam olarak kavramakta zorlanıyorum.
Tarihimiz, acısıyla, tatlısıyla, suçları ve masumluklarıyla bizim tarihimizdir. Tarihi doğru öğrenmek ve doğru yorumlamak, geleceği doğru ve sağlıklı kurmanın temelidir. Tarihimizi ve geçmişimizi olduğu gibi kabul etmekten kaçmak gibi bir lüksümüz artık yok. Asıl cesaret ve asıl mertlik, bilek gücünde değil gerçeklerle yüzleşebilme gücünde saklı.