Can Erzurumluoğlu
Tanzimat’la beraber Osmanlı’nın batılı fikirlerle tanışması, Osmanlı aydınlarının batı dillerini öğrenmeye başlaması batı felsefesinin eserlerine ulaşmayı kolaylaştırmıştır. Bu ilginin temelinde, felsefeye duyulan saf bir meraktan ziyade, siyasi ve askeri alandaki problemlerin çözümünün ancak batıda bulunabileceğine duyulan inanç etkili olmuşutr. Ülken’e göre “O zamana kadar Tanzimat düşünürlerini ve Yeni Osmanlıları tasalandıran yalnız siyasi düşünceydi. Batı’nın fikir hayatı ile ancak bu konuya dokunduğu nispette ilgileniyorlardı. Suavi’de, Kemal’de, zaman zaman Descartes ve Pascal’in adları geçiyorsa da çağdaş Batı felsefesinin problemleri üzerine eğilmeye fırsat bulamıyorlardı. Zaten Gazali ve İbn Sina’yı felsefi düşünce için yeter gören bu nesil, Avrupa’da teknikten, siyasi devrime yarayacak fikirlerden başka bir şey arayamazdı.”[1]
Bu nedenle de ilgili dönemdeki ilk eserlerde siyaset ve hukuk felsefesi ön plana çıkmış, Fransız ansiklopedistlerine yer verilmiştir. Tanzimat sonrası dönemde ulemanın geleneksel düşünce anlayışı yerini yavaş yavaş aydınlanmacı düşüncelere bırakır. Bu devrin felsefi çalışmalarında bilimsel düşüncenin önemi vurgulanır. Pozitivist ve materyalist görüşler dinle çelişmeyecek şekilde savunulmaya başlanır. Özellikle batı tarzında eğitim alan Tıbbiye ve Harbiye mezunları batılı fikirlerin yaygınlaşmasında etkili olurlar. Batı’dakine benzer bilim kurumları da bu dönemde ortaya çıkar.
Bu dönemde felsefi sayılabilecek az sayıda Türkçe eser yayınlanmıştır. Münif Paşa(1830-1910), Telhis-i Hikmet-i Hukuk(1884) ve Hikmet-i Hukuk(1885) adlı eserleriyle çağdaş hukuk felsefesini Türkiye’ye tanıtmıştır. Diğer bir önemli çalışması ise Muhaverat-ı Hikemiye(Felsefe diyalogları, 1859) adlı derlemesidir. Bu çalışma, diyalog biçiminde yazılmış olması bakımından dikkate değerdir. Voltaire, Fénelon ve Fontenelle’e ait diyaloglar içerir. Demir’e göre, Münif Paşa “Türkiye’de felsefi bir uyanışın gerçekleşmesine yönelik bilinçli ve kapsamlı bir çalışmanın temellerini atmaktadır.”[2] Ayrıca Tarih-i Hükema-yı Yunan(Yunan Filozofları Tarihi) adlı bir makale dizisi yayınlamıştır. Bu eser Batılı kaynaklardan yararlanarak hazırlanmış ilk Yunan Felsefesi Tarihi’dir.[3] Diğer bir önemli eser de Ahmed Vefik Paşa’nun, Darülfünun’da verdiği derslerden oluşan Hikmet-i Tarih’tir. Bir diğer önemli isim de Ahmet Mithat’tır. Ülken’e göre, “Türk fikir hayatında ilk defa Ahmet Mithat’la Batı’nın felsefi problemleri üzerinde düşünülmeye başlanır.”[4] Ahmet Mithat 1872’de kurduğu Dağarcık adlı dergi ile geniş bir kitleye ulaşmıştır. Burada felsefi içerikli çeşitli konuların yanı sıra Darwin ve Lamarck’a da değinmiş olması dikkate değerdir.[5] Ayrıca Draper’in History of Conflict Between Science and Religion (Din ve Bilim Arasındaki Çatışmanın Tarihi) adlı eserini de çevirmiş ve eser hakkında eleştirilerini kaleme almıştır.[6] Onun bir diğer önemli çalışması da Schopenhauer adlı risalesidir. İkinci Meşrutiyet’ten sonra Darülfünun’da felsefe tarihi dersi de vermiştir.[7] Ali Suavi’nin Ulum’da Tasvir-i Efkar başlığı altında Yunan filozoflarına dair verdiği bilgiler de dönemin felsefe tarihi çalışmaları açısından değer taşır. Bir diğer eseri de Risale-i Ahlak Tercümesi’dir. Sokrates’in öğrencisi Kioitos’un bir diyalogudur bu. 1867’de Ruzname-yi Ceride-yi Havadis’te yayınlanmıştır.[8]
Bunların dışında mantık alanında da bazı çalışmalar yapılmıştır. Ülken, “soyut felsefe”’nin 1885 yıllarında başladığını dile getirir.[9]
Demircibaşyan ve Pozitivizm
Demircibaşyan’ın(1851-1908) felsefi düşüncelerinde pozitivizmin etkisi yoğun bir biçimde hissedilir. Demircibaşyan 1874’te eğitim amacıyla gittiği Fransa’da pozitivizmle tanışır ve 1890’ların ortalarına kadar onun sıkı bir takipçisi olur.
1870’lerden itibaren Ermenice süreli yayınlarda yayınlanan bilimsel içerikli makale ve çevirilerde ciddi bir artış olmuştu. Bunun yanı sıra Kidagan Şarjum (Bilimsel Hareket), Meteora gibi bilimsel içerikli dergiler yayınlanmaya başlamıştı. Gosdantyan, Demircibaşyan, Mıseryan gibi pozitivist eğilimli entelektüeller bilimsel düşünceyi yaygınlaştırmak için çaba harcıyorlardı. Comte, Spencer, Littré, Draper gibi pozitivist düşünürlerin eserleri tercüme ediliyordu. Pozitivizm Ermeniler arasında bilimsel düşünceyle eşdeğer sayılıyordu. Bunun yanısıra, yeniyi ve ilericiliği temsil ediyordu ve toplumsal gelişmenin pozitivizmle gerçekleşeceğine inanılıyordu. Öte yandan muhafazakâr çevreler için ise pozitivizm dinsizlik ya da buna yol açan bir düşünceydi. İzmirli entelektüel Gosdantyan’ın Metodi Vra (Metod Üzerine) kitabı muhafazakâr çevrelerde büyük rahatsızlık yaratmıştı. Kitabın ateist bir içeriğe sahip olduğu ileri sürüldü. Istepan Vosgan 1878’de bu kitaba sert eleştiriler yönelten bir yazı kaleme aldı. Aynı dönemde Gosdantyan Littré’nin La Philosophie Positive dergisinde bizzat Littré’nin önsözüyle Doğu’da Bilimsel Propaganda başlıklı bir yazı yayınladı. 1879 Mart-Nisan sayısında ise Littré dergisinde August Comte İzmir’de başlıklı makaleyi yayınladı ve Gosdantyan’ı savundu. Bunu üzerine Vosgan Littré’yi eleştiren bir yazı kaleme aldı.[10]
Bu dönemde Demircibaşyan’ın çağdaşı ve kendisi gibi pozitivist olan Beşir Fuad da pozitivist ve bilimsel dünya görüşünün sıkı bir savunucusu olmuştur. Okay’a göre, “Beşir Fuad Türkiye’de, bir felsefi akım olarak pozitivizmden ilk defa bahseden, onu Türk aydınına hatta genel olarak Türk okuyucusuna ilk defa tanıtan ve bu doktrini ısrarla savunan şahıstır.”[11]Özellikle süreli yayınlarda yazdığı yazılarda metafiziği eleştirmiş, toplumun bilimle aydınlanabileceğini savunmuştur. Düşüncelerinde Fransız aydınlanmacılarından, Comte ve Littré gibi pozitivist filozoflardan ve materyalist Büchner’den etkilenmiştir. Beşir Fuad’ın süreli yayınlardaki yazıları dışında, felsefeyle ilgili tek eseri 1886’da tamamladığı Voltaire mukaddimesidir.[12] Bu eser Osmanlı döneminde Voltaire’i tanıtan en ayrıntılı monografidir.[13]Aynı zamanda ünlü bir şair de olan Demircibaşyan, Fuad’ın intiharının ardından Edebi ve Felsefi Hareket’te üzüntüsünü dile getiren dokunaklı bir yazı kaleme almıştır.
Demircibaşyan’ın gazetelerdeki çeşitli yazılarının yanısıra, özellikle 1879 ve 1880’de yayınladığı Voltaire tarzı felsefe sözlükleri ve 1883-88 yılları arasında pozitivist felsefeyi Ermenilere tanıtmak amacıyla tamamen tek başına yayınladığı Kragan yev İmasdasiragan Şarjum(Edebi ve Felsefi Hareket) dergisiyle bizzat genel yayın yönetmenliğini yürüttüğü bilimsel içerikli yazılara geniş yer ayıran Yergrakund(Yerküre) dergisi bize onun düşüncelerini yakından tanıma fırsatı sağlar. Demircibaşyan’ın yazılarında, evrimci ve materyalist görüşlerin yoğun etkisi vardır, metafiziğe ve dine zaman zaman sert eleştiriler yöneltir. Demircibaşyan’a göre felsefe bilime dayanmalı, metafiziği dışlamalıdır. Edebiyat ve felsefe, “bilimin etkisiyle evrim geçirmektedir.”[14]Modern felsefe, tümevarımı tümdengelime tercih etmektedir. Tümdengelim, gözlem ve deneye başvurmadan, akıl yürütmeye aşırı güvenerek yasalar ilan etmektir. Tümevarım ise bilime ve deneye başvurur.[15] Demircibaşyan, etkili bir biçimde ifade edemese de, kavramdan kavrama geçerek bilgiye ulaşılabileceğini ileri süren rasyonalist geleneği eleştirir. Pozitivistlerin yanında saf tutar.
Adıvar’a göre Türkiye’de Evrim kuramı’ndan ilk defa söz eden yazar Ahmet Mithat Efendi’dir. 1872/73 yıllarında Dağarcık Dergisi’nde bu konuya değinmiştir.[16] Ahmet Mithat, yazılarında Lamarck’tan bahsettiği halde Darwin’e yer vermez.[17]Şemseddin Sami de 1879’da İnsan adlı eserinde insanın oluşumunu evrim kuramına dayanarak açıklamaya çalışmıştır.[18]Ancak ne Darwin ne Lamarck’tan bahseder.[19] Hoca Tahsin’in 1881’de yayınlanan ve evrimci görüşler içeren Tarih-i Tekvin yahud Hilkat adlı eserinde Darwin ismi bir defa geçer.[20]
Demircibaşyan da, dönemin Osmanlı aydınları gibi evrimci filozofların takipçisidir. Henüz 1879’da Felsefe Sözlüğü’nde Darwin’e değinir. Daha sonra 80’li yıllarda da evrimci görüşe dair yazılar kaleme almıştır. Ona göre, insan artık pozitivist felsefede, “bir ruh, göksel evlat ya da tabiat dışı bir varlık değildir.”[21] İnsan artık hayvanlardan farklı değildir, canlılar zincirinin son halkasıdır. Demircibaşyan’a göre, Darwin, insanın atasının maymun olduğunu göstermiştir. Hatta bilim bugün, insanın atasının, maymundan da aşağı bir yaratık olduğunu kabul etmektedir. Yine Demircibaşyan’ın açıklamasına göre, Haeckel ve evrimci okul insanın atasının organları olmayan, eksantrik bir varlık ya da şey olduğunu iddia etmektedir. En aşağı yaratık, zamanla organlar elde ederek mükemmelleşmiştir ve en yüksek canlı yani insan ortaya çıkmıştır.[22]
Demircibaşyan evrimci görüşlerine dayanak ararken, dinlerin dahi zamanla değiştiğini, insan aklının gelişimi ile gitgide daha felsefi ve soyut bir hal aldığını yazar.[23] Demircibaşyan, toplumsal evrimden de bahseder. Toplumsal evrim iyi bilinmediği için toplumun gücünün görmezden gelindiğini ve olguları açıklamak için bireylere başvurulduğunu belirtir.[24]
Demircibaşyan’ın Tarih Felsefesinin Temelleri adlı küçük hacimli kitabı da dikkate değer bilgiler içerir. Demircibaşyan, Getronagan Lisesi için hazırladığı 1891 tarihli bu kitapçıkla öğrencinin veya okuyucunun “toplumsal evrimin yasaları konusunda bilgi sahibi olacağını” ve “insan soyunun ilerlemesini takip edeceğini” söyler.[25]
Demircibaşyan, Tarih Felsefesinin Temellerinde Spencer, Littré, Draper gibi düşünürlerin görüşlerine yer verir. Medeniyet ve iklim ilişkisini ele alır. Toplumsal evrimden ve “tarihin akli yasaları”’ndan bahseder. Bu insanın doğaya hakim olma çabasıdır.[26]
Demircibaşyan madde, atom, cisim vs üzerine de çeşitli açıklamalar yapar. Özellikle de Edebi ve Felsefi Hareket’in beş sayısı boyunca yayınladığı Eğitici Diyaloglar başlıklı yazı dizisi felsefi ve bilimsel çeşitli konulara değinir. Diyalog şeklinde yazılan bu yazıların başlıkları sırasıyla Biliminsanları ve Edebiyatçılar; Uzay, Zaman, Madde; Atomculuğun Tarihi; Atom, Temel Öğe; Cisimlerin Özellikleri’dir.
Demircibaşyan’a göre madde temel öğedir ve evren maddeden oluşmuştur. Demircibaşyan söyle yazar:
“Evren maddeden oluşmuştur. Madde ebedidir. Hiçten hiçbir şey meydana gelmez ve varolan şey asla yok olmaz. Madde, yalnızca, kendine özgü bir kuvvetle şekil değiştirir.”[27]
Demircibaşyan’ın materyalizmi atomcu bir karakter taşır. Maddenin bölünemez kısımlarının olduğunu belirtir. Antik Yunan atomcularını takip eder. Demokritos’un “öğrencilerinin öğrencileri olanların bulduklarını ve vaaz ettiklerini” aktardığını ifade eder.[28]
Demircibaşyan maddenin ezeli ve ebedi olduğunu söyleyerek materyalist bir tavır takınır. Maddenin uzay ve zamanda sonsuz olduğunu belirtir. Materyalizm konusunda daha da iddialı bir tavır takınır ve düşüncenin de maddenin bir özelliği olduğunu ifade eder. Ayrıca maddeyi sürekli bölerek artık bölünemez olan basit cisimlere ulaşılabileceğini ifade eder. Demircibaşyan aslında atomcuların görüşlerini tekrarlar.
Maddenin, uzam ve zamanla ilişkisini ele alır. Maddenin kapladığı yerin onun uzamı olduğunu, uzamın maddenin “hapishanesi” olduğunu söyler.[29] Ayrıca maddenin sürekli değiştiği için zamana tabi olduğunu belirtir. Bunların Democritos ve Lucretius’un görüşleri olduğunu aktarır. “Bilgelerin bilgesi” olarak adlandırdığı Demokritos’un cisimler arasındaki farklılığa dair yaptığı açıklamalara yer verir. Demircibaşyan’ın aktarımına göre Demokritos cisimler arasındaki farkı atomların sayı, büyüklük, şekil ve düzenindeki farkla açıklar.
Demircibaşyan Lavosier’in ulaştığı sonuçlara da değinir ve gerçek temel öğelerin yani basit cisimlerin sayısının 60-70 civarında olduğunu belirtir. Demircibaşyan’ın bilimci ve materyalist tavrını göstermesi açısından aşağıdaki sözleri önemlidir.
“A: Akıl deney olmadan yolunu kaybeder. Bilim deneyle başlar ve en hakiki felsefe bilime dayanandır. Evet, dostum, yeni felsefe için madde var sadece, madde birdir ve canlıdır. Kimya maddeleri analiz ederek her yerde maddeyi bulur, her yerde atomu bulur.”[30]
Demircibaşyan, bilimin dışında sadece hurafenin var olduğunu ve tüm doğal ve kimyevi olguların açıklanabilmesi için iki temel fikrin kabul edilmesi gerektiğini ifade eder. Birincisi, maddenin basit cisimlerden oluştuğunu ve bunların çeşitli şekillerde birleşmiş hareketli bölünmez atomlardan meydana geldiğini ileri sürer. İkincisine göre ise, ölçülebilir maddenin atomları eter adı verilen maddi ve ağırlıksız bir ortamda bulunur. Eter ve atomlar karşılıklı olarak birbirlerinin hareketine sebep olabilirler.[31]
Demircibaşyan maddeye canlılık atfeden Hylozoisme’den de bahseder. Daha sonra göreceğimiz gibi, Demircibaşyan materyalizmi tutarlı bir şekilde savunmaz. Onun materyalizme duyduğu ilginin zemininde tutarlı ve eleştirel bir düşünüşten ziyade sıkı bir biçimde takip ettiği ve hayranlık duyduğu materyalist Batılı yazarlardan edindiği yüzeysel bilgilerin yoğun etkisi vardır.
Demircibaşyan, Osmanlı materyalist filozofları tarafından iyi bilinen Büchner’in takipçisidir. Büchner’in materyalizmine duyduğu sempatiyi dile getirir ama kuşkularını da gizlemez.
“Büchner, hiç şüphesiz zihni en çok tatmin eden filozoflardan biri ama, kimyacı Pasteur ile beraber, materyalizmin o büyük havarisi yaşlı doktora sorsam “ondan öte ne var” diye, çelişkiye ve karanlığa düşmeden cevaplayabilir mi ?”[32]
Demircibaşyan cisme dair de çeşitli açıklamalar yapar. Cismin birincil ve ikincil niteliklerini açıklamaya girişir. Birincil nitelikler, uzam, nüfuz edilemezlik ve harekettir.
Kütle ve hacmin açıklamasını yaptıktan sonra görünür hacim ile gerçek hacim arasında ayrım yapar. Birincisi cismin uzayda kapladığı yerken, ikincisi gözenekler olmadan cismin uzayda kaplayacağı yerdir. Moleküller arası boşluk, moleküllerin hacminden bile fazla olabilir. Demircibaşyan bilimin nesnelliğine duyduğu inancı vurgular : “Görünen evrenin gerçek evrenden ne kadar farklı olduğunu görüyoruz ve görmeye devam edeceğiz. Bilim gerçeğin bilgisidir.”[33]
Demircibaşyan birincil nitelikler olmadan maddeyi kavramanın mümkün olmadığını söyler. Oysa, ikincil nitelikler olmadan madde kavranabilir. İkincil nitelikler olarak şunları sayar: gözeneklilik, bölünebilirlik, sıkıştırılabilirlik, esneklik. Bunları kısaca açıklar.
Demircibaşyan, Osmanlı Ermenileri’nin aydınlanması için batılı fikirlerin yayılmasını elzem görüyordu. Toplumsal ilerleme ancak bu yolla gerçekleşebilirdi. Fikirlerin derin bir analizini yapmaktan ziyade, onları hızlı bir biçimde topluma aktarmayı tercih etti. Bilimsel ve felsefi değerinden bağımsız olarak, kitlelere bilimsel ve felsefi basit bilgiler vermeyi amaçladı. Tanım verme kaygısı bilimci tavrıyla tutarlıdır.
Demircibaşyan, pozitivist bakış açısı çerçevesinde, evrimci ve materyalist görüşlere yer vermiş, batıda yaygın olan çeşitli felsefi düşünceleri tanıtmaya çalışmış ve Osmanlı’da diğer Ermeni düşünürlerle beraber pozitivist düşüncenin öncülerinden olmuştur. 1880’li yıllarda liselerde felsefe dersi vermiş, pozitivist felsefeyi yaymak amacıyla bir dergi yayınlamıştır. Demircibaşyan’ın ve felsefi çalışmalar yürüten diğer Osmanlı Ermeni düşünürlerinin Batı felsefesinin, özellikle pozitivist düşüncenin Osmanlı’da yayılmasında yadsınamaz bir rol oynadığını düşünüyorum.
[1] Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Ocak 2019, s.147
[2] Remzi Demir, Philosophia Ottomanica-Osmanlı Felsefesi, Lotus Yayınları, İstanbul, 2018, s.420
[3] Age, s.426-427
[4] Hilmi Ziya Ülken, Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, Ocak 2019, s.147
[5] Age, s.153
[6] Age, s.147.
[7] Age, s.146
[8] Felsefe Sözlüğü, Türkiye’de felsefe(Türkler ve felsefe), haz.: Abdülbaki Güçlü, Erkan Uzun, Serkan Uzun, Ümit Hüsrev Yolsal, Bilim ve Sanat Yayınları, Ankara, 2003, s.1454
[9] Tanzimat sonrası düşünceyi 1890’larla sınırlamamızın sebebi Demircibaşyan’ın felsefi çalışmalarının o yıllarda neredeyse son bulmuş olmasıdır.
[10] Pozitivizmi mudkı hay iraganutyan yev baykarı nra knahadman şurç, D.E. Harutyunyan, http://www.ysu.am/files/20T_Harutyunyan.pdf
[11] M. Orhan Okay, Beşir Fuad- İlk Türk Pozitivist ve Naturalisti, Dergah Yayınları, İstanbul, Mart 2012, s.241
[12] Age, s.166
[13] Remzi Demir, Philosophia Ottomanica-Osmanlı Felsefesi, Lotus Yayınları, İstanbul, 2018, s.420, s.452
[14] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1886, s.29
[15] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1885, s.78
[16] Remzi Demir, Philosophia Ottomanica-Osmanlı Felsefesi, Lotus Yayınları, 2018, İstanbul, s.470. Türkiye’de “ilk defa söz eden”’i tespit edebilmek için Ermenice, Rumca gibi farklı dillerde yapılan çalışmaları da göz önünde bulunduran kapsamlı bir çalışma yapmak gerektiğini düşünüyorum.
[17] Atilla Doğan, Sosyal Darwinizm ve Osmanlı Aydınları Üzerindeki Etkileri, Doktora Tezi, Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul, 2003, s.171
[18] Remzi Demir, Philosophia Ottomanica-Osmanlı Felsefesi, Lotus Yayınları, İstanbul, 2018, s.471
[19] Age, s.487
[20] Age, s.471
[21] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1883, s.35
[22] Age, s.36
[23] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1884, s.7
[24] “Şu, anayasayı kurdu, bu, bilmemne ilkesini ilan etti, beriki, bilmem hangi probleme neden oldu. Böyle düşünüyoruz ve konuşuyoruz, toplumun gücünü görmezden gelerek ve her şeyi bireylere isnat ederek.”, Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1884, s.30
[25] Yeğya Demircibaşyan, Darerk Badmutyan Pilisopayutyan, Bağdadlıyan Matbaası, İstanbul, 1891, Önsöz
[26] Age, s.17
[27] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1886, s.119
[28] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1887, s.32
[29] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1886, s.120-121
[30] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1887, s.61
[31] Age, s.63
[32] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1884, s.137
[33] Kragan yev İmasdasiragan Şarjum, İstanbul, 1887, s.85