Yetvart Danzikyan
İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, geçen Pazartesi, yani bu yazının yazıldığı gün itibarıyla 10 gün önce, Habertürk televizyonunda, Hrant Dink cinayetiyle ilişkili önemli iddialar ortaya attı. Geçen hafta bu konuyu gazetede işlemiştik; bu hafta devam ediyoruz, doğal olarak. Çünkü Soylu demekteydi ki, Dink cinayetinin azmettiricisi Erhan Tuncel ile Sedat Peker arasında bir bağlantı var. Soylu, iddiasını genişleterek, bu bağlantıyı Veli Küçük’e ve Özel Harp Dairesi’ne de uzattı.
Bunlar önemli açıklamalar, zira iki ay kadar önce karara bağlanan, kamu görevlilerinin yargılandığı Hrant Dink cinayeti dava dosyasında böyle bağlantılar hiç yer almamıştı – ne savcılık iddianamesinde, ne de hâkimlerin soruşturma taleplerinde… Üstelik, Dink ailesinin avukatları, dava boyunca, Hrant Dink’i hedef hâline getiren çevrelere dikkat çekerek Veli Küçük, Özel Harp Dairesi gibi bağlantıların soruşturulmasını talep etmişken ve bu talepler yargı tarafından kabul görmemişken…
Soylu’nun açıklamalarından sonra, Dink ailesinin avukatları, İçişleri Bakanı ya da Bakanlığı’nın elindeki bilgi ve belgeleri kamuoyu ve savcılıkla paylaşmasını talep ettiler. HDP milletvekilleri Garo Paylan ve Filiz Kerestecioğlu da, Bakan Soylu’nun yanıtlaması talebiyle TBMM’ye soru önergesi verdiler ve Soylu’nun bu açıklamalarında kastettiği bağlantıyı geniş biçimde kamuoyuyla paylaşmasını talep ettiler.
Ancak az evvel de bahsettiğimiz gibi, ne Soylu’dan ne de İçişleri Bakanlığı’ndan bir açıklama ve yanıt geldi. Oysa söz konusu olan, Hrant Dink cinayeti davasının yeniden görülmesini gerektirecek çapta, kritik bir iddiadır.
Peki, bakan ve bakanlık bu konuda neden sessiz? Bu soruya yanıt aramak ve bulmak zorundayız. Sadece biz, yani Agos gazetesi ve Dink ailesinin avukatları değil; Türkiye’nin bu en kritik davasında adalet talep edenlerin de bu soruyu gündemde tutması gerekiyor. Zira öne sürülen iddia Türkiye yakın tarihindeki karanlık bir dönemi ve devletin işin içinde olduğu ayan beyan ortada olan karanlık bir cinayeti belki de aydınlatacak mahiyette.
İnsan ister istemez düşünüyor; canlı yayın heyecanı içinde ağızdan kaçırılmış cümleler miydi bunlar? Hiç sanmıyoruz, çünkü Soylu ta 6-7 Eylül’den bu yana gelen bir çerçeve çizdi ve Erhan Tuncel’e kadar getirdiği bu çerçeveyi bir “sistem” olarak tarif etti. Bu “sistem”in ne olduğu ve Hrant Dink cinayetiyle ne tür bir ilişki içinde olduğu açıklanmaya muhtaç.
İnsan yine ister istemez düşünüyor; acaba Soylu bunları söyledikten sonra pişman mı oldu? Yani Sedat Peker’e cevap vermek adına devletin kirli çamaşırlarını ortaya döktü, sonra da bunun devamını getirmenin pahalıya mal olacağını mı hesapladı? Eğer böyleyse, çok büyük bir meseleyle karşı karşıyayız demektir.
Evet, insan ister istemez yine düşünüyor. Acaba Soylu kastettiği “sistem”e bir mesaj mı gönderdi? Yani üzerine daha fazla gelinirse bu konuları açacağını mı ima etti? Bu açıklamaların hemen peşinden hükümet ve hükümetin ‘ortak’larından gelen koruma kalkanını böyle mi anlayalım? Eğer öyleyse, yine çok büyük bir meselemiz var demektir.
Şu da var bir yandan: Dink ailesinin avukatlarından Hakan Bakırcıoğlu, Bakan’dan ya da Bakanlık’tan beklenen detaylar gelmese bile, Soylu’nun yayında söylediği sözlerle dahi, savcılığın harekete geçmesi ve yeni bir soruşturma başlatması gerektiğini söylüyor. Göreceğiz.
Haftaya damgasını vuran bir değer konu da, Peker’in Suriye’ye giden silahlarla ilgili iddiaları. Buna göre, Sedat Peker’in Suriye’deki Türkmenlere gönderdiği yardım konvoyuna, etkili yerlerden gelen ricayla, SADAT adlı kuruluşun konvoyu da eklenmiş ve bu konvoydaki silahlar El Nusra örgütüne gitmiş. Bu örgüt de bu silahlarla Suriye’deki Şii Türkmenlerle savaşmış. İddia bu. SADAT bu iddiaları reddettiyse de, Türkiye’nin yakın geçmişte Suriye’deki İslamcı örgütlerle kurduğu ilişki, bunların pek de yabana atılacak iddialar olmadığını söylüyor.
Ortaya saçılan bu iddialar içinde, Sedat Peker, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la “helalleşeceğini” söylediği videoyu bu pazar yayınlamayacağını ilan etti. Gerekçesi, Erdoğan’ın ABD Başkanı Biden’la yapacağı görüşme öncesi Türkiye’nin elini zayıflatmak istememesi. Başka bir gerekçe ya da pazarlık var mı, bilemiyoruz.
Tüm bu olup bitenler bir arınma ya da arınma başlangıcı için bir vesile olacak mı, yoksa geçen hafta da bahsettiğim gibi, yine ‘kasa’ mı kazanacak? Bekleyip görmenin dışında, böylesi bir arınma için ‘talep’te bulunmamız da gerekiyor.
Kaynak: Agos