Lora BAYTAR
Agos Gazetesi
Gérard Torikian’ın ilk kez 2006 yılında Fransa’nın çeşitli kentlerinde sahnelenmiş olan tiyatro performansı ‘Le concert arménien ou le proverbe turc’ (Ermeni Konseri ya da Türk Atasözü) İstanbul’da sahnelenmeye hazırlanıyor. Torikian ve Isabelle Guidard tarafından kaleme alınan, yönetmen Serge Avédikian tarafından sahneye konulan oyun, ilk olarak 12 Kasım Perşembe günü saat 20.00’de, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’nda izleyiciyle buluştu.
16 Kasım Pazartesi günü saat 21.00’de ve 17 Kasım Salı günü saat 19.00’da ve 21.15’te garajistanbul sahnesinde İstanbullu sanatseverlerle buluşacak olan oyun, Fransızca olarak sahnelenecek, Türkçe üst yazı kullanılacak.
Oyunun hazırlıkları sürerken görüşme fırsatı bulduğumuz Gerard Torikian’la Türkiye ziyareti ve ‘Ermeni Konseri ya da Türk Atasözü’ üzerine konuştuk.
• Türkiye’ye ilk kez bu oyunun sahnelenme sürecinde görüşmeler yapmak için geldiniz. Kökleriniz Anadolu’da olmasına rağmen sadece bu oyun sizi Türkiye’ye getirmeyi başardı. Yoksa gelmeyi düşünmüyor muydunuz?
Sanırım cevap sorunun içinde saklı. Bu tiyatro oyununu Türkiye’de oynamak istememin tesadüfle hiçbir ilgisi yok. Türk ve Ermeni toplumlarının ortak bir tarihleri, ve oyunun isminin de ‘Ermeni Konseri ya da Türk Atasözü’ olmasına rağmen, bu, her topluma hitap eden bir oyundur. Bununla birlikte, atalarımın Türkiye’den gelmiş olmasının da oyunu Türkiye’de sahnelemek için yeterli bir sebep olduğunu düşünüyorum. Bu fikir bana kendimi de tanıma fırsatı verdi.
• Bu oyun 3 yıldır çeşitli kentlerde sahneleniyor. İstanbul’da da sahnelemek fikri nasıl oluştu?
Bu projenin çıkış noktası atalarımın hayatı olduğuna göre, oyunu bu konuyla birinci dereceden ilgili olanlara yani Türkiye ve Ermenistan toplumuna sunmak gerekir diye düşündüm. Bundan iki sene önce, ‘High Fest’ Festivali kapsamında Yerevan’a davet edildim ama ne yazık ki bu proje sonuçlanamadı. Aynı tarihlerde Fransa’daki Avignon Festivali kapsamında oyunu sahnelerken aklıma “Neden bu oyunu Türkiye’de de oynamıyoruz?” sorusu geldi.
• İstanbul’da yaptığınız görüşmeler sizde nasıl bir etki bıraktı?
Görüştüğüm, karşılaştığım insanların sıcak ve cana yakın davranışları beni çok duygulandırdı. Oyunu Türkiye’de temsil edebilmemiz için tüm imkânlarını seferber ettiler. Onların beklentileri ve destekleri kesin bir karara varmamda etkili oldu.
• Türkiyeli izleyiciden oyun için nasıl bir tepki bekliyorsunuz?
Bu konuda, inanın, hiçbir fikrim yok. Oyunu izlemeye gelen diğer tüm seyirciler gibi Türkiyeli seyircilerin de zihinlerinde değişik düşüncelerin oluşacağına inanıyorum. Tabii ki Diyarbakır seyircileri ile İstanbul seyircileri arasında düşünce farklılıkları olacaktır. Oyunun akıllarda soru işaretleri yaratacağını ve izleyenlerde mutlaka bir iz bırakacağını düşünüyorum ama yanılabilirim de. Böyle düşünmemin sebebi, bu oyunu kaleme almama neden olan, cevaplarını aradığım sorulardır.
• Oyunun içeriğinden biraz bahsedebilir misiniz?
Bana göre oyun, başkarakterin söylediği şu cümle üzerine kurulu: “İnsan geçmişini tamamen unutmalı mıdır yoksa onunla yüzleşmeli midir?” Oyunun başkahramanı, -baş-kahramanı dememe bakmayın, aslında bu tek kişilik bir oyun- Ermeni asıllı besteci ve piyanist Haik Armanian, Odysseia Süiti resitalini halk önünde vermeye hazırlanır. Fakat esas konu, konser sırasında, müziği ile Ulysses’in birleşerek içindeki sesleri ortaya çıkarmasıdır. Bu sesler onun geçmişiyle yüzleşerek kendini bulmasına ya da tamamen kaybetmesine yol açacaktır. Böylece Armanian, Homeros’un destanından yola çıkarak kendi destanını yaratmak ister. Kahramanımız bu içsel yolculuğun izini, bazen heyecanlı bazen hüzünlü bazen de gülümseyerek sürer; tıpkı bir komedyenin “İnsanın geçmişiyle barışık olmasının yolu, onunla gülerek oynayabilmesidir” dediği gibi.
• Serge Avédikian ile çalışmak nasıldı? Bize biraz oyunun hazırlık aşamasından bahsedebilir misiniz?
Serge ile çalışmak hem kişisel olarak bana, hem de oyuncu kimliğime çok şey kattı. Tiyatro oyunu üzerinde çalışmaya başladığımızda Serge, ‘Nous avons bu la même eau’ (Aynı Sudan İçtik) adlı filmini bitirmek üzereydi. Tiyatro oyununda sorulan sorular, onun filminin de temelini oluşturuyordu, bu durum oyunun sahneye koyulmasında çok etkili oldu. İlk defa tek kişilik bir oyunda sahne alacaktım ve açıkçası bu da beni korkutuyordu.
Serge’in bu oyun hakkındaki görüşlerine çok güvendim. Biraz önce Serge’in kişisel olarak da bana çok şey kattığını söylemiştim. Burada anlatmak istediğim, ikimizin de farklı yaşam tarzlarından gelmiş olmamızdı. Serge, Ermenistan’da doğdu ve çocukluğu orada geçti. Ben ise, anne ve babası Fransa’da doğan, ataları Samsun, Divrik, Bursa veya İstanbul’dan gelen bir ailede büyüdüm. Serge ile karşılaşmamız benim bakış açımı zenginleştirdi. ‘Ermeni Konseri ya da Türk Atasözü’nü Türkiye’de sahneye koymak her zaman benim aklımda olan bir şeydi. Bu sayede teoride var olanı hayata geçirme şansım oldu. Bu fikir zamanla gelişti, tecrübeler paylaşıldı, fikir alışverişinde bulunuldu. Oyunu sahneye koyan ve yöneten Serge’e, titiz ve özverili çalışması, oyundaki karakteri hayata geçirmemde bana güç verdiği ve tüm endişelerimi, şüphelerimi büyük bir sabırla dinleyip bana yardımcı olduğu için teşekkür borçluyum.