‘Bizimkilere’ Olursa Soykırım, ‘Ötekilere’ Değil’

[ A+ ] /[ A- ]

Ragıp ZARAKOLU
Evrensel Gazetesi

Çin’in Uygur bölgesinde yaşananlar, ister istemez insana Ermenilerin, Süryanilerin ve Rumların bu coğrafyada Osmanlı İmparatorluğunun çöküş döneminde ve sonrasında yaşadıklarını hatırlatıyor.

Zorunlu göçlerle, asimilasyon ile, devresel kıyımlar ile…

Bugün Uygur bölgesinde Uygurların nüfusu yüzde 10’ u bulmuyor.

Ermeni reformunun gündeme geldiği 1877’den sonra Abdülhamit yönetiminin ana tezlerinden biri. Tarihsel Ermenistan denen bölgede Ermenilerin çoğunlukta olmadığı idi.
Bunu kanıtlamak için de, Türk, Kürt, ve sürekli bölgeye iskan olunan Balkan ve Kafkasya kökenlilerden oluşan nüfusun diğer kesimi “Müslüman” kategorisi altında toplanıyordu. Bölgedeki kentlerde ise yüzde 30’ları bulan, hatta Van’da kent içinde yüzde 50’yi bulan bir Ermeni nüfus söz konusu idi. Osmanlı yönetimi bölgenin diğer otantik halklarından olan Kürtlerle Ermeniler arasında çatışma ortamını kışkırtmayı, bazı yörelerde bunu nefrete dönüştürmeyi başardı.
Öte yandan Kafkasya ve Balkanlardan göç eden ve ettirilenler ve dağınık biçimde bölgeye iskan olunanlar da önyargılarla dolu idi. Bugün geçmişte Kürtlerle Ermenilerin birlikte yaşadıkları coğrafyada, Kürtler çoğunlukta…

Bunu sağlayan ise 1915 oldu. Geçmişte bir çok Kürt döktükleri kanla övünürdü. Ama bilinçli Kürtler açısından bu bir utanç konusu. Her ne kadar buralara farklı halklar iskan edilmeye çalışılsa da bu zor coğrafyada barınamadılar. Sonuç açısından, bu Türk milliyetçiliği açısından bir Pirus zaferi oldu.

Çin yönetimi de, kolonyal bütün imparatorluklar gibi, Uygur ve Tibet bölgelerini iskana açtı ve bu ülkelerin yerli halklarını kendi ülkelerinde azınlık durumuna dönüştürmeyi başardığı gibi, toplumlar arası nefreti de körükledi.

Kürtler Uygurlar ile hemen empati kurmayı başardı ve yaşananlar “bizim hikayemiz” diyebildi. Sürgündeki kimi Uygur liderleri bunu yapamasa da. Bülent Ecevit, ikinci intifada başladığında İsrail’i “soykırım” başlatmakla suçlamıştı. Aynı Ecevit, “Asılsız Ermeni Soykırımı İddiaları İle Mücadele Komisyonu”nun, Devlet Bahçeli ile birlikte kurucusu idi. Başbakan Erdoğan, Uygur bölgesinde yaşanan olayları “adeta soykırım” diye tanımladı. O zaman dürüstlük adına, 1915’i nasıl tanımlamak lazım? Soykırım bile az kalmaz mı?
Acaba “soykırım kare” ya da “soykırım küp” mü demeliyiz matematiksel olarak? Geçtiğimiz günlerde, Ukrayna Başbakanı Kırım’ın geçmişte yerli halkı olan Tatarlara yönelik Rusya’nın yürüttüğü zorunlu göçü “soykırım” olarak tanımladı.

Tarih deşildikçe üstü örtülmüş soykırımlar ortaya çıkıyor.

Sağ kalan Tatarların Orta Asya’dan ana vatanlarına dönüş kampanyasını dünya yıllarca kayıtsız gözlerle izlemedi mi?

Tatarların yaşadığı dramı Kırımlı Yazar Cengiz Dağcı’nın Varlık yayınlarından çıkan kitaplarından okumuş, daha erken yaşlarda Holokost ve Çarlık Rusya’sında Yahudilere yönelik Pogromlar konusunda okuduğum diğer kitaplarla birlikte daha farklı bir perspektife sahip olabilmiş, Ermeni Soykırımı tabusunu da daha rahat çözümleyebilmiştim…
Bu olayları yaşayanların aslında Ermeni ve Kürtleri, daha iyi anlaması gerekmez mi? Ya da Balkan ve Kafkasya’dan sürülenler daha rahat empati kurmamalı mı? Neyse ki, sosyalist düşünce ve eylem daha rahat empati kurulmasına olanak sağladı, her şeye karşın. Ama nice zaman sonra…

Bir çok dostum var böyle dürüst… Mübadillerden. Kürt halkının en sadık dostlarından biri olan Akın Birdal’ın Kırım kökenli olduğunu kaç kişi bilir? Ama Osmanlı döneminde ülkelerinden kovulanların bir kısmı ne yazık ki manipüle olarak, öfkelerini yeni kurbanlara yönelttiler.

Bir anlamda, Avrupa’dan kovulanların Filistinlilerin acılarına yabancı kalmaları gibi. Ama İsrail’de Filistinliler için çalışan insan hakları örgütlerini, barış hareketini nasıl unutabiliriz? Bugün yaşadığımız dünya hep 1915’i hatırlatıyor ve Türkiye’nin anlamsız inkarcılığının daha fazla göze batmasına neden oluyor. Milliyetçilerimiz, her şeyi, Ermeni diyasporasının propagandasına bağlıyor. Ama günümüzde soykırımın nasıl aktüel bir konu olduğunu, bunun tarihsel köklerine gidilince zorunlu olarak 1915’in 20 yüzyılın ilk soykırımı olduğu olgusunun altını çiziyor. Şimdi bizim politikacılarımız her şeye “soykırım” diyebilecek, ama iş 1915’e gelince “DUR” diyecek?

O zaman şöyle mi diyeceğiz?
“Bize”, “ bizimkilere” olursa soykırım…
“Ötekilere” olursa soykırım değil!
Böyle bir mantık olabilir mi?
Olabilir.
Çünkü burası Türkiye Cumhuriyeti!