Vedat İLBEYOĞLU
Evrensel Gazetesi
Danıştay 8. Dairesi, ilköğretim okullarında her sabah okutulan öğrenci andının iptali istemiyle açılan davayı reddetti.
Kararda, andın, Anayasa’ya herhangi bir aykırılığı olmadığı, davacının, ‘‘öğrenci andının bir ırkı esas aldığı, zorla okutulduğu” iddialarına karşı, söz konusu metindeki ‘Türk’ ibaresinin bir ırkı temsil etmediği öne sürülüyor. Andın amacının ise “yeni nesillere Türk Devletinin ve milletinin bir ferdi olma onurunu duymaya ve hazzını yaşatmaya yönelik…” olduğu vurgulanıyor.
Yani?
Devletin, her sabah milyonlarca çocuğa “onur” ve “haz” bahşetme zorunluluğu devam edecek!
“Rahat, hazırol, dikkat!” komutları sonrası, “Türküm, doğruyum, çalışkanım”la başlayıp, “Varlığım Türk varlığına armağan olsun” diye ajite eden ve nihayet “Ne mutlu Türküm diyene” şeklinde biten bir metin bu.
Kim bilmez, kim unutabilir ki?
“Bilinmeyen dillerde” konuşmaya başlayanların, “meğer Türk oldukları”nı ilk öğrendikleri bu “kimlik(siz)lendirme” ayinleri nasıl çıkar ki akıllardan?
Bu fani dünyada bir küçük iz bile bırakmayarak gideceği kuvvetle muhtemel “varlıkların”, kendilerini, o “ezeli ve ebediliği” şüphe götürmez “Türk varlığına” armağan ettiklerinde ancak var olabilecekleri belletmesini hangi hafıza kolayca silebilir ki?
Yoksulluk ve yoksunluğun her türünü katık etmiş hayatların inim inim inleten acılarını bir “kutlu” aidiyet bağı üzerinden tersine çeviren, onlara, her sabah “Türksün işte, mutluluğunun kıymetini bil” şeklinde, sistemle barışıklık formülü öneren bu devlet reçetesi nasıl unutulabilir ki?
Evet, ilkokullarda “Andımız” başlığıyla ezberlettirilen bu metnin ve hepimizin tezgahından geçtiği bu metne dair ritüellerin, devletin, topluma ve toplumsallaştırma sürecine dair resmi yaklaşımını sergilediği o kadar açık ki.
Bu yaklaşım, çok boyutlu bir büyük yalan üzerinden kurgulanmıştır.
Devlet yalanıdır; ve sözünü ettiğimiz, bu yalanın esaslı belgelerinden biridir.
“Andımız” denilen, kimin, hangi ‘biz’in andıdır?
Danıştay’ın (haklı olarak!) kararına dayanak aldığı Anayasa’ya rağmen, artık ‘Türk’ olduğunu kabul etmeyen milyonlarca Kürt, o ‘biz’ yalanının içine tıkıştırılabilir mi artık?
Geçmiş olsun!
Açıktır ki, Kürtler güne “Türküm, doğruyum” ile başlamaktan yana değiller.
“Türk varlığına feda olma” zorunluluğu hissetmiyorlar, tersine, varlıklarını ispat ve inşa etme yolundalar…
Ya Türk yoksulları, emekçileri?
Her gün, her saat, her an öğütüldükleri mutsuzluk çarkı içerisinde, “demek ki yeterince Türk değiliz, o yüzden mutsuzluğumuz” gibisinden bir akıl fikir fukaralığından çare aradıkları söylenemez herhalde.
O halde, bu mutsuz çoğunluk, nasıl olur da o “Türksünüz, mutlusunuz” diye tarif edilen “biz”in içinde mutluluk bulabilir ki daha?
Evet, görülüyor ki, 80 yıldır dayatılıp yaratılmaya çalışılan homojen ‘biz’in dikişleri tutmamıştır.
Çözülmüştür…
Yasalara, Anayasaya uygun olan ama gerçek hayatla örtüşmeyen egemen kurgunun ‘biz’ine, yalanı ve yalancılığı meşrulaştırıp teşvik eden hiç bir günlük talim-terbiye ayini geçerlilik sağlayamaz artık.
Öyle görülüyor ki, dayatılmış ‘homojen biz’e toplumsal rıza/koşullanmışlık sağlamak için yıllardır yaptırılan bu ayinlerin sürdürülmesini de hiçbir mahkeme kararı garanti edemez.
Çünkü toplumsal yaşama özgürlük sızmıştır artık.
Özgürlüğün açtığı yoldan, bir başka ‘biz’ inşa edilmekte, hayat ilerlemektedir.
İlerleyecektir…
Bir başka ‘biz’ gereklidir, zorunludur.
Kurulacaktır.
Hayatın akışı mahkemelerce engellenemez!